Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

256 syf.
·
Puan vermedi
Budalalığın Keşfi Üzerine
Budalalığın Keşfi, Hilmi Yavuz’un engin bilgi birikimiyle yaptığı, ufuk açıcı tespitlerden oluşan bir deneme kitabı. Hilmi Yavuz’un denemelerini okurken, hem edebî zevk alıyorum hem de bilgi seviyemi geliştiriyorum. Böyle bir deneyim de insanı, okudukça okumaya teşvik ediyor. Söz gelimi, Budalalığın Keşfi de bende böyle bir tesir yaptı. Kitabın ilk yazısı, “Deneme Üzerine Bir Deneme”. Yavuz, bu yazısında deneme’yi tanımlamanın kolay olmadığını ifade ettikten sonra, “bazı türler arasında ayırt edici sınırlar çizmenin mümkün olmadığını” söylüyor. Aynı yazıda, ‘deneme’ye “Sabahattin Eyüboğlu’nun deyişiyle” ‘gülen düşünce’ demenin uygun olduğunu belirtiyor. “Deneme gülümsetmeli okuru” diye ekliyor. Ona göre “Türkiye’deki edebiyatçı köşe yazarlarının en değerlisi, Oktay Akbal.” Denemenin kendisi için ideal bir form olduğunu, makale ile denemenin üslupta farklılaştığını, parantez içinde “(makale, öznesizdir)” diyerek ifade ediyor. Hilmi Yavuz, “Deneme felsefî düşüncenin önünü açabilir mi?” sorusuna “evet, açabilir.” Cevabını veriyor. Ardından, büyük anlatıların sonunun geldiğini ve felsefenin artık “parçalı yazı”larla üretileceğini, denemenin de bunun için “ideal bir örnekçe” olduğunu belirtiyor. Şahsen benim de çok müzdarip olduğum bir konuya değiniyor: Zarif nüktenin yerini, kaba mizahın alması. “Gülmek, düşünmektir elbet; -kuşkusuz, neye gülündüğü de, düşüncenin düzeyi konusunda şaşmaz bir ölçüttür.” diye ekliyor.[1] İlerleyen sayfalarda “gülen düşünce” konusunu ayrı bir başlıkta inceliyor. Burada, “mizahın yada ‘humour’un ‘gülen düşünce’ ile karşılanmasının hiç de yanlış olmadığını düşünüyorum.” diyor. Aynı yazıda, medreseli tavrının “gülme duygusunu sürgüne göndermeye yeltenmesinden” şikayet eder. Ancak, bir başka Müslüman zihnin buna verdiği yanıtını da ekler: “Ağır ol, molla desinler!” Bu yazıyı şu cümleyle noktalar: “Öyledir. ‘Mizah’ bir gülme biçimi değil, gülerek düşünme biçimidir.”[2] Nükte Züğürdü Olduk, başlıklı yazısında da yukarıdakine benzer bir konuyu işliyor. Burada güncel mizah anlayışını ve dergilerini eleştirdikten sonra, hükmünü veriyor: “Mizah, Osmanlı-Türk tarihinin hiçbir evresinde böylesi bir müptezelliğe düşmemiştir.” Günümüzdeki edebiyatçı yazarların ‘irsal-i mesel’den nasipsiz olduğunu belirtiyor. Eskilerin bu hususta daha iyi olduklarını düşünüyor ve Süleyman Nazif’le ilgili bir anekdot paylaşıyor: Süleyman Nazif, bir gün, “Eyvah, beni hemen kuduz hastanesine kaldırın” dediğinde, çevresindekiler telaşa kapılarak, ”Nedir üstat, ne oldu?” sorusuna şu cevabı verdiği söylenir: “Ne olacak, dilimi ısırdım!”[3] Acı’sız Arabesk ve Sivil Toplum isimli deneme, ilgi çekiciydi ve bence, “gülen düşünce”ye iyi bir örnekti. İçerikte, 1989’da devletin, halkı arabeskten uzaklaştırmak için bir çare olarak Hakkı Bulut’a Seven Kıskanır isimli bir şarkı yaptırması, işleniyor. Kültür Bakanlığı’nın desteğiyle, içinde “çile ve mazoşizm izleri taşımayan bir alternatif arabesk” üretilmeye çalışıyor. İşte “acı’sız arabesk” bu![4] İki Arada Bir Derede isimli denemesinde, “dilde gerçek devrimcilik”, “bir süreklilikten bir devamlılıktan yana olmaktır.” diyor. Kurumsal ve tepeden inme değişikliklerin dile zarar verdiğini belirtiyor. 12 Eylül öncesi Türk Dil Kurumunun dili “buyurgan müdahalelerle” değiştirebileceğini ve 12 Eylül sonrası aynı kurumun yine “buyurgan müdahalelerle” dildeki değişimleri durdurabileceğini sanmasını da eleştiriyor. Her iki uygulamanın da “dildeki yanlış bilinçliliğin, farkına varmadan” önünü açtığını belirtiyor. 1980 sonrası Özal kuşağının ise kendi deyişiyle bir “ne fark eder?” kuşağı olduğunu yazıyor; onlara “kendi sözü olmayan bir kuşak!” diyor. Kimliksizliğin, dilin değişip sözün birörnekleşmesiyle başladığını, bunun çözümü için liselere Osmanlıca dersi konulması gerektiğini savunuyor. Dilde süreklilik için “imtidad” kelimesini kullanıyor. Bu bağ kurulamadığı için de “iki arada bir derede kaldığımızı” ifade ediyor.[5] Benim için, bu kitaptaki en dikkate değer denemelerden biri, Milli Eğitim Sistemimiz Nasıl Çöktü başlıklı olandır. Hilmi Yavuz, eğitimde belirleyici olanın müfredat değil öğretmen olduğunu savunuyor: “Türkiye milli eğitiminin asıl meselesi de budur: öğretmen yetiştirme meselesi…” Ardından, eğitimde “temelkoyucu birim, lisedir” diyor. Fransa’da Ecole Normale Superieur’un lise öğretmeni yetiştirmek amacıyla açıldığını ve bu okuldan mezun olanların, son yüzyılda öne çıkan büyük düşünürler olduğunu yazıyor.[6] [1] Hilmi Yavuz, Budalalığın Keşfi, Timaş Yayınları, İstanbul 2012, s. 7-12. [2] Yavuz, a.g.e., s. 32-34. [3] Yavuz, a.g.e., s. 39-41. [4] Yavuz, a.g.e., s. 141-146. [5] Yavuz, a.g.e., s. 155-158. [6] Yavuz, a.g.e., s. 215-218. hakimkulu.blogspot.com/2022/12/budalal...
Budalalığın Keşfi
Budalalığın KeşfiHilmi Yavuz · Timaş Yayınları · 201242 okunma
·
70 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.