Abdulmuttalib Âmine Hâtuna şunları anlatmış:
"Hey Âmine, o gece Kabe-i Muazzama'da münâcât ediyordum. Ansızın Kâbe'nin, Makâm-ı İbrâhîm'e doğru secde ettiğini ve yine eski haline geldiğini gördüm ve Kâbe'nin açık seçik bir dille (Allâhu Ekber. Muhammed ﷺ'in sesi beni kutuların pisliğinden temizler) dediğini işittim. O sırada adı Hübel olan en büyük put, yüzü üzerine yere düştü. Bir nidâ geldi ki: (Âmine'nin bu gece bir oğlu doğdu. Rahmet bulutları O'nun üzerine indi. Kudüs'ten bir leğen getirip O'nu yıkadılar. Muhammed ﷺ halkı dalâlet karanlığından hidâyet nûruna eriştirir. Yüce Allâh O'nu bütün yaratıkları gösterdi. Ey melekler şâhid olun ki, O'na bütün hazinelerin anahtarlarını verdiler. O'nun doğduğu günü unutmayıp, o gün kıyamete kadar Sizin bayramınız olsun.) Ey Âmine bu sözleri işitince, hayret ettim. Dilim tutuldu. Uykuda mıyım diye elimi göğsüme sürdüm. Sonra kalkıp Benî Şeybe kapısından Safâ tepesine çıktım. Safâ'yı yükselmiş ve Merve tepesini harekete gelmiş gördüm. Ey Kureyş'in efendisi seni korkutan hâl nedir? diye nidâ işittim. Cevap verecek tâkatım yoktu sonra kalkıp sana geldim. Ey Âmine, eve yaklaştığım zaman damın üstünde bir ak kuş gördüm. Kanatlarını evin üzerine yayıp örtmüş idi. Mekke dağları O'nun nûrundan parlıyordu. Bir ak bulut gökten inip senin evinin önünde durmuş, beni içeri girmekten menetti. Bir miktar oturdum. Bu hâl nedir acaba, uykuda mıyım, diye düşündüm. Misk kokusu beynime kadar işledi. Sonunda cür'et edip içeri girdim. Seni bu halde buldum."