Mesut Akarsu.
Mesut'u en baştan asla kurgusal bir karakter olarak düşünmedim, düşünemedim. Şakalarıyla, olaylara verdiği tepkisiyle, öfkesiyle ve sevgisiyle bir insandı karşımdaki ve her şeyi oturdu anlattı sanki. İyiki de anlattı.
Kitap başlarda gereksiz uzatmalar var gibi hissettirse de sonlara doğru fark ettim ilk sayfadan son sayfaya kadar hissettirdiği merak duygusundan dolayı bana öyle gelmişti. Bana göre kitabı akıcı yapan en önemli noktalardan biriydi merak. Alıntılanabilecek birçok "tespit" olsa da hayata dair, kitabı elimden bırakamadım. Kitapta sadece Mesut'un hikayesini değil, 50'li-60'lı yıllardaki çok partili hayatın ücra köşede kalmış köylerde nasıl bir etkisi olduğunu da bir yandan okumuş oluyoruz. Hatta okurken "Türkiye siyaseti ne kadar çok değişmiş (!)" falan diyorsunuz.
Amcasının ölüm haberiyle tamamen hayatı, hatta kitaptan hareketle söylemek gerekirse "ses tonu" bile değişiyor Mesut'un. Hiçbir akrabası olmadığını sanarken koskaca Ankara'dan Ordu'nun küçük Ünye köyüne amcasının ölüsünü yıkaması için çağrılıyor. Sevgi, mutluluk, sorumluluk, aile gibi konularda bilgisi olmayan kahramanımızın o küçük köyde insanlarla tanıştıkça, kendi geçmişi hakkında bir şeyler öğrendikçe nasıl da büyüdüğüne, değiştiğine ve geliştiğine şahit oluyoruz.
Kitabı bitirdiğimde kocaman bir gülümseme vardı yüzümde. Hamdi Koç'tan okuduğum ilk kitaptı ve son kitap olmayacağını düşünüyorum.
Kitapla kalın.