Şu benim bindokuzyüzon gözlerim görmedi ölülerin gömülüşünü,
ne şafaktan önce ağlayan adamın külden panayırını
ne de bir denizatı gibi bir kenarda titreyen yüreği.
Şu benim bindokuzyüzon gözlerim küçük kızların işediği beyaz duvarı gördü boğanın burnunu, zehirli mantarı ve köşe başlarında aydınlatan anlaşılmaz ayı şişelerin katı siyahı altındaki kuru limon parçalarını.
Şu gözlerim benim midillinin boynunda, uykudaki Ermiş Rosa’nın delik deşik göğsünde
aşkın çatılarında, iniltiler, soğuk ellerle kedilerin kurbağaları yediği bahçede.
Eski tozun heykellerle yosunları topladığı tavanarası,
yenmiş yengeçlerin sessizliğini saklayan kutular
düşün gerçekliğinin üstünde tökezlediği yerde.
Orada benim çocuk gözlerim.
Bir şey sormayın bana.
Gördüm onları yollarını ararken
yalnızca boşluklar bulan.
İnsansız havada bir oyuklar acısı var ve gözlerimde gövdesi olmayan giyinik yaratıklar!