Adeta yaşamı ormanların, ovaların ve köylerin yer aldığı bir ülkeydi de yüksek bir dağın sırtından kuşbakışı bakılıyormuş gibi önünde serilmiş duruyordu. Her șey iyi olmuştu, sade ve güzel olmuștu, ve her şey korkusu yüzünden, gönülsüzlüğü yüzünden bir işkence, bir karmaşa olup çıkmış, tüyler ürpertici ızdırap ve sefalet yumaklarına ve kasılmalarına dönüşmüştü! Onsuz yaşanamayacak hiçbir kadın yoktu ve birlikte yaşanamayacak hiçbir kadın yoktu. Dünyada hiçbir șey yoktu ki, karşıtı kadar güzel, karşıtı kadar arzu
edilmeye değer nitelik taşımasın, karşıtı kadar mutluluk bağışlamasın insana. Yeter ki insan evrenin boşluğunda tek başına süzülüp durabilsin, yaşamak mutluluk, ölmek mutluluktu. Dışarıdan
gelecek bir huzur söz konusu değildi insan için; gömütlükte bir huzur, Tanrı da bir huzur söz konusu değildi, doğumların o başı sonu olmayan zincirini, Tanrı nefeslerinin o sonsuz dizisini kesip koparacak hiçbir büyü yoktu. Buna karşılık bir başka huzur vardı
ki, insanın kendi içindeydi. Ve şöyleydi adı: Kendini düşmeye bırak! Karşı koyma! Öl seve seve! Yaşa seve seve!