Benim gibi siz de İskandinav edebiyatının sakin ama derinlikli yanını seviyorsanız bu kitabı gönülden öneririm. Anne ve babasını kaybetmiş, yalnız kalmış iki kardeşin öyküsünü anlatıyor kitap. Mattis ve Hege yerleşim yerinden ve insanlardan uzak bir evde yaşarlar. Hege örgü örerek kendine ve zihinsel engelli -bana göre ise çocuk ruhlu- kardeşi Mattis’e bakar. Hege hem tüm sorumluluğu tek başına taşımaktan yorulduğundan hem de bir gün kendisine bir şey olursa, kardeşinin başını belaya sokmadan yaşaması için onu hayata hazırlamaya çalışır. Bir işe girip para kazanması için onu teşvik eder. Lakin Mattis bu işe pek sıcak bakmaz. Korkuları vardır ve bunlar yersiz değildir. Dışlanmaktan, hor görülmekten, gülünç duruma düşmekten korkar. İçten içe bir gün düşüncelerini kontrol edebileceğini düşler. Evinin üzerinde uçan çulluk kuşunu bir şeylerin değişeceğine ve mutlu olacaklarına dair bir işaret olarak algılar. Ve bir gün her şey değişir. Ne demiş Tolstoy: “Tüm muhteşem hikâyeler iki şekilde başlar: Ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir.” Ve o yabancı iki kardeş arasındaki tüm dengeyi değiştirir. Çok severek okuduğum bu hikayeyi gönülden tavsiye ediyorum.