Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

_Eğer birinin ruhunu görmek istiyorsanız, ona hayallerini sorun. _İnsan doğasındaki en derin prensip, "takdir edilme" isteğidir. _Alaycı tiplerin aslında acılarını gizlemeye çalıştığı gerçeği doğrudur. _İnsanın dünyadaki durumu, kedinin kitaplıktaki durumu gibidir; görür ve duyar ama hiç bir şey anlayamaz. _Yanlış anlayanlar tarafından söylenen bir doğrudan daha kötü hiç bir yalan yoktur. _Bir odada iki kişi buluştuğunda, aslında altı kişi vardır. Kendimi gördüğüm halimle ben, onun beni gördüğü haliyle ben, benim onu gördüğüm haliyle o, onun kendisini gördüğü haliyle o, gerçekte olan ben ve gerçekte olan o. _Nasıl bir durumda olmak istiyorsanız zaten o durumdaymış gibi davranın, çünkü davranışlar duyguları belirler. İngilizlerin bir atasözü: Cesur gibi davran, kendini cesur hissedesin. Korktuğunda, neşeli bir melodiyi mırıldandığını ve korkusunun geçtiğini söylemiştir. Mutlu olduğumuz için gülmeyiz. Güldüğümüz için mutluyuzdur. Ormanda bir ayı gördüğümüzde korktuğumuz için değil, kaçtığımız için korkarız. _Sizde yetersiz olan ne varsa unutun ve sadece yüce olanı düşünün. Yaşamınızı onunla tanımlayın. O zaman, öfkeler, kayıplar, cehalet, sıkıntıyla, kendinize yaptığınız her ne varsa, kendi derinliğinizde her ne iseniz, kendi yolunu çizecektir. _Eşsiz olun. Fark yaratacakmışsınız gibi yaşayın. _Psikotik bozukluk diye nitelendirdiğimiz ve binbir ilaçla örtbas etmeye çalıştığımız bazı zihinler, belki de çok merak ettiğimiz evrenin bilinmeziyle ilgili müthiş bir yol gösterici. Düşüncelerinizi baskılarsanız er geç bilincin altında veya üstünde yeni bir bilinç alanına girer ve burada daha engin bir benliği yaşarsınız. Bu gözlem, tartışılmaz bilimsel veriler arasında benim bildiğim en temel ve sağlam olanıdır. Bizim akılcı bilinç diye adlandırdığımız normal uyanıklık bilincimiz yalnızca özel bir bilinç türüdür ve zar gibi ince bir sınırın arkasında tamamen farklı potansiyel bilinç biçimleri yatar. Hayat boyu onların varlığından habersiz yaşayabiliriz fakat uygun uyaran uygulandığında bunlar bir çırpıda tüm tamlıklarıyla ve muhtemelen uygulama ve uyum alanları başka bir yerde olan belli zihniyet yapılarıyla ortaya çıkıverirler. ___ _İnsan, akışkanlıklar yığını; neden sonuç ilkeleri içerisinde var olan karmaşık bir makinedir. _Kötü şartlar içerisinde bulunan insanların durumlarını değiştirememesinin nedeni de alışkanlıklardır. _Alışkanlıkların, tüm insanlardaki tekrarlanışları toplumu bir arada tutan şeydir. _Olmamız gerekenin ancak yarısı kadar uyanığız. Ateşimiz söndürülüyor, her şeyimiz kontrol ediliyor ve fiziksel ve zihinsel kaynaklarımızın yalnızca küçük bir bölümünü kullanıyoruz. _Birçok insan düşündüğünü sanır, aslında yaptıkları sadece önyargılarını yeniden düzenlemektir. _Eğer insanları düşündüklerine inandırırsanız, sizi severler. Gerçekten düşündürürseniz sizden nefret ederler. ___ _Bilim objektiftir ve dıştan gözlem gerektirir. İnsanın kendi yaşamı ise subjektiftir ve içten bakışı gerektirmektedir. _Bir seçim yapmanız gerektiğinde; seçmemek de bir seçimdir. _Dışlamak, zalimce bir cezadır. _Yararlı olan her inanc doğrudur. Pragmatizmde önemli olan ilkeler değil, sonuçlardır. _Kaygının en etkili ilacı dini inançtır. _Eğer bizi eleştirenler soyleyeceklerimizi tam olarak ifade etmemizi bekleyebilselerdi, cok sayıda gereksiz tartışmanın onune gecmemiz mumkun olabilirdi. _Sizi kimsenin aramadığı yerlerde arıyorum. Ah, şarkılara dokebileceğim nice guzellikler ve görkemler var sizde! Kim olduğunuzu bilmediniz - tum yaşamınız boyunca kendiniz uzerine uyukladınız. _Kabul etmeli ki, derin meselelerden bahsedilmesi, dinleyenler ve konuşanlar tam olarak olan biteni anlamasa dahi tuhaf bir büyülenme yaratır. Garip bir ürperti baş gösterir, enginliğin mevcudiyetini hissederiz. Herhangi bir yerdeki bir kafede, özgür irade veya Tann’mn her şeyi bilmesi veyahut iyi ve kotu uzerine bir tartışma başlattığı ve orada bulunan herkesin nasıl kulak kabarttığına bir bakalım. Yürekten inandığım bu cağdaş bir felsefi eğilime dair ilginizi uyandırmak istedim. ___ _Benlik formülü: İstekler + Başarı = Benlik Saygısı. Bu formülüne göre mutlu olan kişiler; hayata bakış açısı daha gerçekçi olan, ortalama bir başarıda dahi kendilerine pay çıkarıp kendilerini değerli gören kişiler olacaktır. _Benliğin 3 yönü: 1- Maddesel Benlik, 2- Sosyal Benlik, 3- Ruhsal Benlik. _1- Maddesel benlik: Kişinin kendisine ait olan, sahip olduğu her şeydir. Bedeni, kıyafetleri, ailesi, arabası… Özdeşleştiği şey değişime uğrarsa kişinin benliği de değişim yaşar. Örneğin sahip olduğumuz ailemizi kaybettik, bu durumdan benliğimizde etkilenir. _2- Sosyal benlik(Maske): İnsanlar bulundukları ortama göre şekil değiştirirler. _3- Ruhsal benlik: Kendimizi değerlendirme ve algılama tarzımız. ___ _Özgürlük - Ahlak ilişkisi_ _Özgürlüğü, psikolojik, antropolojik, ahlaki, metafıziki, dini ve sosyolojik açılardan ele almak mümkündür. İnsanın sorumlu tutulabilmesi için özgür olması gerekir. Öyleyse özgürlük ahlakın temelinde yatmaktadır. _Fikir, hayatta işlevsel bir role sahipse doğrudur. _Kainat, temelde ahlakidir. Özgürlük ve iyilik, dünyanın ahlakî maddesinden yapılmıştır. _Radikal tecrübecilik, olgulara dayanan, bilimsel tecrübeden başka belirtileri olan, hayatta takip edilecek sonuçlar veren dinsel ve manevi tecrübeler gibi çeşitli tecrübeleri kabul eden ve metodolojik olarak çoğulculuğa bağlanan bir tecrübeciliktir. Radikal tecrübecilik, pragmatizmsiz, pragmatizm de radikal tecrübecilik olmadan mevcut olamaz. O, monistlerin ileri sürdükleri gibi gerçekliğin bir ve tek olmayıp tecrübe adedince olacağım ve tecrübelerin birleşmesinden, biraraya getirilmesinden oluşacağım ileri sürer. Gerçeklik, tecrübenin genel imkanları içinde bir varış noktası olarak tanımlanabilir. Gerçeklik, bizim zihni icatlarımızın toplamıdır. Bildiğimiz gibi dünya -pragmatik gerçeklik- insan amaçlarının gerçekleştirilmesi ilkesince kurulan, insani bir yapıdır. İnanç kavramı, önemli bir kavramdır. pragmatik gerçeklik, pragmatik olarak doğru inançların objelerinden başka bir şey değildir. Zihincilerin sundukları gerçeklik, statik ve sabittir. O, ayrıca çoğulculuğun, pragmatik olarak yorumlandığında "gerçeğin çeşitli parçalarının sonsuz şekilde ilişkili olduğu bir nizam" anlamına gelir. _Özgürlük nasıl kanıtlanabilir? Psikolojik ne de saf teorik zeminde tasarlanmaz; aksine o, ahlaki zeminde temellendirilmelidir. İnsan hayatı, tesadüflerle oluşmaz; aksine insanın hayatı, temelde eleştirel düşüncenin ve özgürlüğün dikkatlice kullanımının sonucudur. Özgürlüklerin kullanılması da, sağlıklı karar vermede ahlakî bir perspektif çizmemize dair bir ihtiyacı vurgular. _Kainata bakışımızı yansıtan iyimserlik (optimism) ve kötümserlik (pessimism) arasında seçim yapmak yerine çoğulculuğu ve özgürlüğü teyid eden ve tamamlayan bir öğretiyi gereklidir. Bu iki durak arasındaki orta yol iyileştiricilik(melorism) öğretisidir. James'e göre çoğulculuk, kainatın tümüyle yekpare (monolitik) mahiyetim, her biri birbiriyle bağlantılı bir kosmosa dönüştürerek, insan ruhunun rahat edeceği bir yuva yaratır. O, insana kainatla ilgili bir çeşit teklifsiz dostluk önerir. Monizmin mutlak birlik dünyasında tüm olaylar önceden karara bağlanmış olduğundan, insanın aktif ruhu orada eylem için hiç bir alan bulamaz. _James’in pragmatizmi, pratik deneyim ile insan hayatını anlamlandırmayı amaçlayan bir yöntem felsefesi ve bir dünya görüşüdür. James, yaşanılan dünyanın kusurlu olduğunu ve bunun ancak insan eliyle iyileştirilebileceğini iddia eder. Ona göre, bu, ahlâki bir sorumluluktur ve insan, bunu yapabilecek yetenek, eğilim ve özgürlüğe sahiptir. Ancak bunun gerçekleşebilmesi için insanın öncelikle buna inanması ve bunu istemesi gerekir. Bu yolda bütün talepler “iyi”dir, dolayısıyla da ahlâkidir. Eğer insan iyi talebi karşılayacak eylemlerde bulunursa hem bugünü hem geleceği iyileştirecek ahlâki bir evren inşa eder. ___ _James, 10 yıl boyunca uğraştığı psikoloji kitabı için şöyle demiştir: Hiç kimse bu görüşlerden benden daha fazla nefret edemez. Tıp Okulu’nu bitirdikten sonra intiharı bile düşünmesine yol açan ruhsal bunalıma girdi. Kendi ifadesine göre, Renouvier’nin özgür irade üzerine yazdıklarını okuyarak ve “özgür iradeye dayalı ilk edinim, özgür iradeye inanmak olacak” kararını vererek bu bunalımdan kurtuldu. Pragmatizmin babası Renouvier’yle tanışması James’in kişiliğinin ve düşünsel hayatının dönüm noktalarından biri olmuştur. Günümüzde bu bunalıma, ‘varoluş krizi’ denilmektedir. ************ _PRAGMATİZM_ (Kimi Eski Düşünme Biçimleri İçin Yeni Bir İsim.) _Çağdaş Felsefenin İkilemi_ _Bay Chesterton, şoyle yazıyor: “Benim de aralarında yer aldığım kimi insanlar, bir kişiye dair en onemli ve yararlı şeyin onun dunya goruşu olduğunu duşunuyor. Bir ev sahibi icin kiracısını secerken onem arz eden şey, mustakbel kiracısının gelirini, daha da onemlisi, felsefesini bilmektir. Duşmanıyla muharebe halinde olan bir general icinse duşmanın sayısını bilmek onemlidir, ancak daha da onemli olan onun felsefesini bilmektir. Sorun, evren teorisinin maddeler uzerinde bir etkisi olup olmadığı değil, uzun vadede şu veya bunun maddeleri etkileyip etkilemediğidir.” Bu konuda Bay Chesterton’un fikrine katılıyorum. _(Herkesin bir felsefesi vardır. Kişilik yapısı felsefe yaparken belirleyici olan bir faktordur. Rasyonalistler ve ampiristler. Yumuşak zihinliler ve katı zihinliler, insanların coğu hem olguları hem de dini ister. Ampirizm dini gormezden gelerek olguları sunar. Rasyonalizm olguları gormezden gelerek dini sunar. Felsefeye uzak kişilerin acmazı. Rasyonalist sistemlerdeki gerçek dişilik. Örnek: Leibniz’in lanetlilere dair soyledikleri. M.l. Swift’in idealistlerin İyimserliğine dair goruşu. Arabulucu bir sistem olarak pragmatizm. Bir itiraz. Cevap: insanlar gibi felsefelerin de kişilikleri vardır ve benzer ozet yargılara tabidirler. Bir ornek olarak Spencer.) _Felsefe ve Kişilik Yapıları_ _Felsefe, evrenin tüm zorlama ve baskısını kişisel olarak görme ve hissetme şeklimizdir. Felsefenin vardığı sonuçlar, hepimizi en yaşamsal şekilde ilgilendirir; onun en garip argümanları keskinlik ve yaratıcılık duyularımızı hoşca gıdıklar. _Felsefe, insanın aynı anda en yuce ve en sıradan uğraşılarından biridir. En kucuk yarıklarda dolanır ve en geniş bakış acılarını sunar. _Söylendiği uzere “felsefe karın doyurmaz”, ancak ruhumuza cesaret aşılar; yaklaşım tarzı, şüphesi ve meydan okuyuşu, gereksiz ayrıntıları ve akıl yürütmeleriyle sıradan insanlara itici gelse de hicbirimiz onun dünyamıza sunduğu parlak ışık olmaksızın yapamayız. En azından bu aydınlanmanın, yanı başında duran karanlık ve gizemle giriştiği karşıtlık ilişkisi felsefenin soylemine usta işi olanın cok otesinde bir anlam kazandırır. _Felsefe tarihi buyuk olcude kişilik yapılarının catışmasından ibarettir. Felsefeyi kendisine meslek edinmiş filozofumuz hangi kişilik yapısından olursa olsun felsefe yaparken kendi kişilik yapısını gömmeye calışır. Kişilik yapısı, geleneksel olarak kabul goren turden bir gerekce değildir, dolayısıyla filozoflar gayri şahsi gerekçeler uzerinden ilerleyerek varmak istedikleri noktalara ulaşırlar. Oysa kendi kişilik yapısı, filozofa, nesnel oncullerden daha guclu onyargılar verir; dengeyi şu veya bu tarafa doğru kaydırarak, olgu ve ilkelerin yaptığına benzer bir şekilde duruma gore daha duygusal veya katı bir dunya goruşu temin eder. _Filozof kendi kişilik yapısını dayanak olarak alır. Kendisininkine karşıt mizaca sahip kişilerin, dunyanın niteliğiyle uyumlu olmadıklarına kanaat getirir; kendisinden cok daha iyi akıl yurutseler dahi, icinden onların yetersiz olduğunu, felsefeden anlamadıklarını duşunur. Oysa filozoflar, insanların onundeyken salt kendi kişilik yapılarından yola cıkarak anlayış veya itibar talebinde bulunmazlar. Hal boyleyken, felsefi tartışmalarımızda bir derece samimiyetsizlik belirir. _Tabii burada, oldukca belirgin anlamda iz taşıyan kişilerden, felsefeye damgasını basmış, tarihinde yer edinmiş, kişilik mayası guclu insanlardan soz ediyorum. Platon, Locke, Hegel, Spencer bu tur mizactan olan insanlara ornek gosterilebilir. _Elbette coğumuz, belirgin bir entelektüel kişilik yapısından yoksunuz ve her biri bir dereceye kadar mevcut olan karşıt bileşenlerden ibaret bir karışımdan fazlası değiliz. Soyut meselelere ilişkin kişisel tercihlerimizi pek az biliyoruz; bazılarımız onlan kolayca terk ediverir, moda olanın peşine duşer ya da yakınındaki en carpıcı herhangi bir filozofun fikirlerini benimser. Ancak felsefede şimdiye dek dikkate alınan şey şudur ki, kişi, meseleleri kendi ozgun bakış acısından gormeli ve herhangi bir karşıt bakış acısı karşısında tatmin olmamalıdır. Bireyin guclu kişilik yapısından ileri gelen goruşunun bundan boyle duşunce tarihinde dikkate alınmayacağını duşunmek icin ortada bir sebep yoktur. _Kişilik yapısı kaynaklı ozel farklılıklar, felsefenin yanı sıra edebiyat, sanat, siyasi idare ve davranışlarda da gecerli olmuştur. Siyasi idare alanında otoriter olanlar ve anarşistler; edebiyatta, yalınlık yanlıları, akademikler ve gercekciler; sanattaysa klasikler ve romantikler vardır. _Kimse, bir saat bile, olgular ve ilkeler olmaksızın yaşayamaz, dolayısıyla mesele aslında vurgularda gizlidir. _“Rasyonalist” ve “ampirist” mizactan bahsetmenin, insanların kendi evrenlerini ele alma şekillerine dair karşıtlığı ifade etmek acısından son derece uygun duştuğunu goreceğiz. Bu iki kavram, var olan karşıtlığı acık ve keskin kılarlar. _Felsefenin butun işlevi, dunyaya ilişkin şu veya bu açıklamanın doğru olmasının, yaşamımızın belirli anlanında siz ve benim icin ne turden bir sarih fark yaratacağını bulmak olmalıdır. __ _Katı – Yumuşak Zihinliler_ _Şimdilik yalnızca, yumuşak zihinli ve katı zihinli insanların yukarıda belirttiğim şekliyle var olduğunu bilmek kafidir. Biri, diğerine ilişkin bayağı fikirlere sahiptir. Bunlann birbirlerine olan karşıtlığı, birey olarak kişilik yapılan yoğun olduğu vakit, butun cağlarda donemin felsefi atmosferinin bir kısmını şekillendirmiştir. Katı zihinli olanlar, yumuşak zihinli olanları duygusal ve yumuşak başlı bulur. İkincilerse birincileri incelikten yoksun, kaba veyahut yontulmamış bulur. Tarafların her biri diğerini kendisinden kucuk gorur, ancak birinde horgörü eğlenceyle karışır, diğerindeyse bir parca korkuyla birleşir. _Yumuşak zihinli: İlkelerle çalışan rasyonalist, entelektüalist, idealist, dindar, özgürlükçü, birci, dogmatik. _Katı zihinli: Olgularla çalışan amprist, materyalist, kötümser, dinsiz, çokçu, şüpheci. _Felsefede pek azımız tam olarak ve sadece Bostonlu veya tipik Kayalık Dağlar bölgesi insanı gibiyiz. Coğumuz icin iki tarafın da iyi yanları cekicilik arz eder. Tabii ki, olgular iyidir, bize bolca olgu gerek. Benzer şekilde, ilkeler de iyidir, onlar da bize cokca lazım. Bir acıdan bakarsak, dunya şüphesiz birdir; başka bir acıdan bakarsak şuphe goturmez bir şekilde coktur. Elbette her şey zaruri olarak belirlenmiştir ve iradelerimiz ozgurdur _Bilimsel mizacımız sofucadır. Olgu ve bilim ister ama aynı anda din de ister. Felsefeyle ilişkisi, bağımsız yaratıcılık seviyesinde değil de basit heves duzeyinde olduğu icin doğal olarak felsefeyi kendisine iş edinmiş, alanda uzmanlaşmış insanların rehberliğini arar. Şu anda aramızda bulunanların onemli bir kısmı, hatta belki de coğu tam da bir arayış halinde olan bu tur insanlar. _Öyle gorunuyor ki, 150 yıldan beri bilim alanında kaydedilen ilerleme, maddi evrenin buyumesine ve insana atfedilen onemin azalmasına yol actı. Bunun neticesi olarak da natüralist ve pozitivist hisler gelişme gosterdi, insan artık doğanın efendisi değil, ona maruz kalandır. Sıkı duran doğadır, ona uyum sağlaması gerekense insan. Bırakalım, insanca olmasa da doğruyu kaydetsin, ona boyun eğsin. Romantik kendiliğindenliğin ve yurekliliğin devri kapandı; yerine materyalist ve kasvetli bir bakış acısı geldi. İdealler artık fizyolojinin yan urunleri gibi gorunuyorlar, daha yuksek olan her şey daha altta yer alanlar aracılığıyla acıklanıyor ve daima sanki onun bir tureviymiş gibi ele alınıyor. Kısacası, soz konusu olan, icinde yalnızca katı zihinlilerin kendilerini gerçekten evlerinde hissedebilecekleri materyalist bir evrendir. _Anglosakson dunyada dini felsefe iki temel şekilde kendisini var ediyor. Bunların biri radikal ve saldırganken, diğeri daha ziyade ağır ağır geri cekiliyor gibi. Radikal kanattan kastetmek istediğim, Ingiliz Hegelci ekolun aşkınsal (transcendental) idealizmi. Bu felsefe Protestan din adamlarımız uzerinde oldukca etkili olmuştur. Bu felsefe panteist olup, Protestanlıktaki geleneksel teizmi acık bir şekilde geriletmiştir. _Yumuşak zihinli ekole donerseniz, bu iki sistemden birini secmek zorundasınızdır. Eğer benim de size dair ongormuş olduğum gibi olgulara hayranlık duyuyorsanız, rasyonalizm ve entelektualizm yılanının kuyruğunun, cizginin o tarafında duran her şeyin uzerinde uzandığını gorursunuz _Teistlerin Tanrısı da neredeyse bir ilke kadar kısırdır. Onun gercek karakterine dair bir şeyler anlamak için yarattığı dunyaya bakmak gerekir: Mevcut dunyayı olduğu şekliyle bir kereliğine ve ebedi olarak yaratmıştır. Teistlerin Tanrısı da mutlakcılannki gibi tamamen soyut yükseklerde yaşar. Mutlakcılık belli bir zarafet ve gosteriş barındırırken, klasik teizm yavandır fakat ikisi de aynı derecede dünyadan kopuk ve boşturlar. _İnsanlar gibi felsefelerin de kişilikleri vardır ve benzer özet yargılara tabidirler. _Arabulucu bir sistem olarak, pragmatizm. *** _Pragmatizmin Anlamı_ _Pragmatik yöntem, tamamlanamayacak olan metafizik tartışmaları bir neticeye bağlamanın yöntemidir. Dünya bir mi, cok mu? Kaderle mi örülü, özgür mü? Maddi mi, tinsel mi? Bu kavramlann her biri kendisince dunyayı acıklamakta gecerlilik sahibidir ve bunlar uzerine olan tartışmaların sonu yoktur. Pragmatik yontem, bu tur durumlarda her bir kavramı, peşi sıra pratik neticelerinin izini surerek yorumlamaya calışır. Birinden ziyade diğer kavramın doğru olması kişi acısından ne tur pratik farklara yol acardı? Eğer herhangi bir pratik fark bulunamıyorsa, bu demektir ki, alternatifler pratik olarak aynı anlama geliyor ve butun tartışma boşunadır. _Sincap bilmecesi: Birkac yıl once dağlarda kamp gezisindeyken, yalnız başıma cıktığım yuruyuşten donduğum esnada herkesi ateşli bir metafizik tartışmanın icinde buldum. Tartışmanın konusu bir sincaptı: Bir ağacın govde kısmında bir tarafa tutunduğu varsayılan canlı bir sincap. Aynı anda ağacın karşı tarafındaysa bir insanın durduğu farz ediliyordu. Soz konusu insan ağacın cevresinde hızlıca hareket ederek ağacın gövdesinin diğer yuzunde bulunan sincabı gormeye calışıyor ama ne kadar hızlı davranırsa davransın sincap aksi istikamette aynı hızda hareket edip her seferinde ağacı kendisi ve adam arasında tutuyor, neticede adamın gozune hic ilişmiyor. Şimdi buradan cıkan metafizik problem şudur: Adam, sincabın etrafında dönüyor mu, dönmüyor mu? Ağacın etrafında donduğu kesin, sincap da ağacın uzerinde bulunuyor ancak adam sincabın etrafında donuyor mu? Kırda olmanın verdiği sınırsız boş zamanla, tartışma sonuna kadar taşındı. Herkes kendi tarafını belirlemiş ve inatcıydı. İki taraf da coğunluğu sağlamak icin bana yoneldi. “Hangi tarafın haklı olduğu, sincabın ‘etrafında donmekten’ pratik olarak ne anladığınıza bağlıdır” dedim. Tercihinizi yapın, daha fazla tartışmanın manası yok. İki taraf da, ‘etrafında donmek’ fiilini hangi pratik anlamda aldığına gore hem haklı hem de haksız.” _Bay Peirce, inançlarımızın eyleme yonelik kurallar olduğunu belirttikten sonra, bir duşuncenin anlamını ortaya koymak icin yalnızca onun ortaya cıkarmaya elverişli olduğu harekete ihtiyac olduğunu, bu hareketin kendisinin soz konusu duşuncenin yegane anlamı olduğunu soyler. _Pragmatik yontemde yeni olan bir şey kesinlikle yoktur. Sokrates onun ustasıydı. Aristo onu metodik olarak kullanmıştır. Locke, Berkeley ve Hume, ondan istifade ederek doğruluğa pek muhim katkılar sunmuşlardır. _Pragmatizm belli birtakım sonucların tarafını da tutmaz. O yalnızca bir metottur. Lakin bu metodun zaferi, gecen derste felsefi “kişilik yapısı” olarak adlandırdığım şeyde cok buyuk değişiklikler anlamına gelecektir. Krallık mahkemelerindeki uyelerin ve Protestan memleketlerde, Papalık’ın merkezi otoritesine sımsıkı bağlı rahiplerin nufuzunun kırılmasına benzer bir şekilde ultra-rasyonalist goruşun savunucularının nufuzu kırılacaktır. Bilim ve metafizik daha yakınlaşıp bir araya gelecek, tamamen birlikte calışacaklardır. _Metafizik şimdiye dek coğu zaman oldukca ilkel bir sorgulamanın peşine duşmuştur. İnsanların nasıl hep gayrimeşru bir buyunun peşinden koştuğunu ve sözcüklerin büyüde ne kadar buyuk bir rol oynadığını biliyorsunuz. Eğer birinin adını biliyorsanız veya o kişiyi esir alan sihirli sözlere sahipseniz ruhunu, cinini, ifritini veyahut diğer güçlerini kontrol altına alabilirsiniz. Suleyman, butun cinlerin adlarını biliyordu, boylelikle onları kendi iradesine tabi tuttu. Dolayısıyla bir turden bir bakış acısına evren daima bir tur muamma gibi gorunur. Bu evrenin anahtarı, birtakım izah eden ya da guc veren soz veya isimler biciminde aranmalıdır. Bu sozcukler evrenin ilkesini ele verirler. Ona sahip olmak bir şekilde evrenin kendisine sahip olmaktır. “Tanrı”, “Madde”, “Akıl”, “Mutlak”, “Enerji” bu turden cozucu isimlerdir. Eğer onlara sahipseniz rahat olabilirsiniz. Artık metafizik soruşturmanızın sonuna varmış bulunuyorsunuz. _Ancak pragmatik metodu benimserseniz, bu turden sözcükleri metafizik soruşturmanızın sonu olarak goremezsiniz. Her sozcuğun pratik somut değerini meydana cıkarmak, onu kendi deneyim akışınıza dahil ederek işe sürmek zorundasmızdır. _Pragmatizm, bir cozumden ziyade, daha fazla mesai icin bir program, bilhassa var olan gerçekliklerin nasıl değiştirilebileceğine ilişkin bir gosterge gibi duruyor. Pragmatizm butun teorilerimizin tutukluğunu alır, onları ısıtıp her birini yeniden işe surer. Ozu itibariyle yeni bir şey olmayıp, pek cok eski felsefi eğilimi uyum icinde bir araya getirir. _Gorduğunuz uzere, butun bunlar anti-entelektualist eğilimlerdir. Bir iddia ve metot olarak rasyonalizme karşı pragmatizm butunuyle silahlı ve kavgacıdır. Ancak başlangıçta hicbir ozel sonucun peşinde değildir. Dogmaları yoktur, metodunu korumaya alan oğretileri de bulunmaz. _Genc İtalyan pragmatist Papini’nin güzelce ifade ettiği üzere, pragmatizm, bir oteldeki koridor gibi teorilerimizin ortasında uzanır. Sayısız sayıda odaya giriş olanağı sunar. Birinde belki Tanrı tanımaz bir kitap yazan bir kişi bulursunuz; bir sonrakinde iman ve guc icin diz cokmuş dua eden birini, ucuncudeyse bir cismin ozelliklerini incelemekte olan bir kimyacıyı. Dorduncu odada, idealist bir metafizik sistem ortaya cıkarılmaktadır; beşincideyse metafiziğin imkansızlığı gosterilmektedir. Ama koridor hepsine aittir ve eğer bu insanlar odalarından cıkmak veya onlara girmek icin uygun bir yol istiyorlarsa, soz konusu koridordan gecmek zorundadırlar. _Öyleyse, pragmatik metot nedir sorusu, şu ana kadar birtakım ozel sonuclara değil de yalnızca nasıl yol alınacağına dair bir tavra işaret ediyor. İlk şeylere, ilkelere, “kategorilere", varsayılan zorunluluklara yüz çevirme ve son şeylere, meyvelere, neticelere, olgulara bakma tavrına. _Pragmatizm sozcuğu daha geniş bir anlamda, belirli bir doğruluk teorisini ifade eder şekilde de kullanılmaktadır. _İlk yasalar keşfedildiğinde, insanlar bunlardan kaynaklı olarak ortaya cıkan acıklık, guzellik ve basitleştirme karşısında oylesine buyulenmişlerdir ki, Tanrı’nın ebedi fikirlerinin şifresini sahih bir bicimde cozduklerini duşunmuşlerdir. Tanrı’nın zihninde de tasımlar şimşek gibi caktı ve yankılandı. Ayrıca konik kesitler, kareler, kökler ve oranları tasarladı; Oklid gibi geometri yaptı. Gezegenler uysun diye Kepler yasalarını yaptı; duşen cisimlerde hızın zamanla orantılı olarak artmasını sağladı; kırılan ışığın tabi olması icin sinus yasalarını ortaya koydu; bitki ve hayvanlar icin sınıflar, takımlar, familyalar ve cinsler oluşturdu, aralarındaki mesafeyi belirledi. Butun şeylerin arketiplerini duşundu, onların varyasyonlarını tasarladı. Tanrı’nın bu harikulade eserlerini yeniden keşfettiğimizde, onun zihnini asıl maksadıyla kavrarız. Ancak bilimler daha da ilerledikce yasalarımızın coğunun, belki de tamamının, kesinlikten yoksun olduğu fikri temel kazandı. _Teorilerin buyuk faydası, eski olguları derleyip toparlayıp bizi yenilerine goturmeleridir. Teoriler yalnızca insan yapımı bir dildir. Bilindiği uzere, diller cok sayıda ifade seçeneğine ve lehceye imkan tanır. _Tabir caizse, uzerine binebileceğimiz bir duşunce; deneyimlerimizin bir parcasından bir başka parçasına bizi başarılı bir şekilde taşıyan, şeyleri tatminkar bir bicimde birbirine bağlayan, sağlamca calışan, basitleştiren, iş tasarrufu sağlayan duşunce, bu oranda ve derecede, araçsal olarak doğrudur. Bu, Chicago’da başarılı bir şekilde oğretilen, Oxford’da parlakca duyurulan, duşuncelerimiz acısından doğruluğun duşuncelerin “calışma” gucu olduğunu ifade eden “aracsal” doğruluk goruşudur. _Bireyin onceden sahip olduğu bir fikir stoku mevcuttur fakat birey bunları zora sokan yeni bir deneyimle karşılaşır. Biri onların aksini iddia eder veya kişi derin duşunduğu bir anda onların birbirine ters duştuğunu keşfedebilir ya da onların uyumsuzluk gosterdiği olgular duyabilir, yahut kişide onların artık tatmin edemediği arzular ortaya cıkar. Sonuc, zihninin şimdiye dek tanımadığı, onceden sahip olduğu fikir yığınında değişikliğe giderek kurtulmaya calıştığı turden bir ic sıkıntısıdır. İnanclarımız hususunda hepimiz aşırı derecede muhafazakar olduğumuz icin soz konusu kişi de mumkun mertebe bu yığını elde tutmaya calışır. Once şu veya bu fikrini değiştirmeye calışır, ta ki eski fikir yığınını en az şekilde rahatsız ederek onun uzerine nakledebileceği, onunla yeni deneyim arasında aracılık yapan, onları en isabetli ve uygun şekilde birbiriyle buluşturan en azından bir parca yeni fikir ortaya çıkıncaya kadar. Ardından bu yeni fikir doğru olan olarak benimsenir. Eski doğruları yalnızca yeniliği kabul edebilecekleri kadar esneterek, ama bunu da vakanın el verdiği olcude bildik yollardan yaparak, daha onceki doğru stokunu en az değişiklikle muhafaza eder. Butun peşin hukumlerimizi ciğneyen aşırı bir acıklama asla yeniliğe dair doğru bir goruş niteliği kazanmaz. Daha az aykırı olan bir şey buluncaya dek gayretle cabalamalıyız. Yeni doğru daima bir araya giren, ustten eklenen turden bir geciş olup; eski fikri minimum sarsıntı ve maksimum devamlılık gosterecek şekilde yeni olguyla bir araya getirir. _Maksimum ve minimum sorununu cozmekteki başarısı oranında bir teoriyi doğru olarak kabul ederiz. Bireyler kendi tatmin noktalarını farklı şekillerde dile getireceklerdir. Dolayısıyla buradaki her şey bir olcude plastik, yani şekillendirilebilirdir. _Eski doğrulara bağlılık ilk ilke, pek cok durumda da tek ilkedir; cunku sahip olduğumuz inanclan ciddi olarak yeniden düzenleyecek kadar yeni olan gorunguleri ele alırken en sık kullandığımız yol onları tamamen gormezden gelmek ya da onları savunanlara kotu davranmaktır. _Yeni doğru, elbette ki, yeni olgu türlerinin veya eski turlerin yeni olgularının sayısal olarak deneyimimize eklenmesidir. Bu eklemlenme eski inançlarda bir değişiklik yaratmaz. Gun gunu izler ve bunun iceriği sadece eklenir. Yeni iceriklerin kendileri doğru değildirler, onlar sadece gelirler ve vardırlar. Doğru, bizim onlara dair söylediğimiz şeydir. Onların geldiğini soylediğimizde, doğruluk, eklenen bu basit ifadeyle sağlanmış olur. ....................... **************** _Pragmatizm ve Din_ _Pragmatik ilkeler uyarınca, yaşama faydalı sonuclar doğuran hicbir hipotezi reddedemeyiz. Pragmatizme gore, tümel kavramlar da tikel duyumlar gibi dikkate alınması gereken şeylerdir. Eğer bunların sağladığı bir fayda yoksa, anlam ve gerceklikleri de yoktur. Eğer bu fayda, yaşamdaki faydalara iyi bir şekilde uyum gosteriyorsa soz konusu anlam doğrudur. _Şiir_ _İzninizle, Whitman’a ait “Size” başlıklı şiirden birkac dize okumak istiyorum. Buradaki “siz” elbette ki şiirin okuyucusu veya dinleyicisi artık her kimse, onu ifade ediyor. _Her kimseniz, elimi koyuyorum üzerinize, benim şiirim olasınız diye; Kulağınızın dibinde, dudaklarımla fısıldıyorum. Pek cok kadın ve erkeği sevdim ama hicbirini sizi sevdiğim kadar değil. Ah, uşengec ve dilsizdim ben; Coktandır doğrudan size cevirmeliydim yolumu; Yalnızca sizi dillendirmeli, yalnızca sizi şakımalıydım. Her şeyi bırakacak, gelip yalnızca sizin ilahilerinizi soyleyeceğim; Kimse anlamadı sizi, fakat anlıyorum ben; Kimse adil olmadı size karşı - siz adil olmadınız kendinize karşı; Yalnızca kusur görduler sizde - yalnızca ben hicbir kusur gormuyorum sizde. Ah, şarkılara dokebileceğim nice guzellikler ve görkemler var sizde! Kim olduğunuzu bilmediniz - tum yaşamınız boyunca kendiniz uzerine uyukladınız; Yapmış olduklarınız size alay olarak geri donuyor bile. Fakat bu alaylardaki, siz değilsiniz; Onların altında ve icinde gizlenmiş goruyorum sizi; Sizi kimsenin aramadığı yerlerde arıyorum; Sessizlik, masa, kustah yuz ifadesi, gece, alışıldık bir rutin, Bunlar diğerlerinden ya da kendinizden gizliyorsa da, Benden gizlemiyor sizi; oynak goz, kotu bir ten, bunlar diğerlerinin önünü kesse de, beni engelleyemez; Arsız elbise, nahoş tavır, sarhoşluk, ac gozluluk, erken olum, bunların hepsini bir kenara koyuyorum. Hicbir yetenek yok, sizde bulunmayıp da erkekte ve kadında bulunan; Erkekte ve kadında hicbir erdem ve guzellik yok sizde eşi olmayan; Sizdeki gibi hicbir cesaret ve sabır yok diğerlerinde; Diğerlerini bekleyip de sizi beklemeyen hicbir haz yok. Her kimseniz! Bedeli ne olursa olsun isteyin size duşeni! Doğu ve Batının butun gosterileri size kıyasla sıkıcı kalır; Bu ucsuz bucaksız cayırlar -bu sonu gelmez nehirler, onlar gibi ucsuz bucaksız ve sonu gelmezsiniz; Sizsiniz kendi başınıza onlann efendisi olan; Doğanın, elementlerin, acının, tutkunun ve yok oluşun efendisi. Pranga bileklerinizden duşer - bitmez tukenmez bir yeterlilik bulursunuz; Yaşlı veya genc, erkek veya kadın, haşin, gucsuz, geriye kalanlarca reddedilmiş, siz her ne iseniz, kendiliğinden kendisini dayatır; Doğum, yaşam, olum, cenaze ile, butun vasıtalar mevcut, eksik kalan bir şey yok; Kendi yolunu cizer siz olan; ofkeler, kayıplar, hırslar, cehalet, sıkıntı ile. _Her halukarda oldukca hoş ve etkileyici bir şiir. Fakat bu şiiri, ikisi de kullanışlı olan, iki farklı şekilde yorumlayabiliriz. _İlki birci yaklaşımdır, salt kozmik duygunun mistik yaklaşımı. Gorkemler ve guzellikler, kusurlarının ortasında dahi mutlak olarak senindir. Sana her ne olursa olsun, gorunuşun ne olursa olsun, sen icerde guvendesin. Varlığın sana ait gercek ilkesine donup bak, arkanı ona yasla! Dinginciliğin, kayıtsızlığın meşhur yoludur bu. Duşmanları onu ruhsal bir afyonla kıyaslarlar. Fakat cok buyuk bir tarihsel haklılığa sahip olduğu icin pragmatizm, bu yola saygı gostermek zorundadır. _Ancak pragmatizm saygı gosterilmesi gereken başka bir yolun daha olduğunu duşunur: Şiirin cokcu yorumu. Bu kadar ovulen, uzerine ilahiler soylenen “siz”, gorungusel anlamdaki daha iyi olasılıklarınızın ya da hatalarınızın dahi siz veya diğerleri uzerindeki ozel kurtarıcı etkileri anlamına gelebilir. Veyahut bu gorkemlere eşlik ettiği icin kendi fakir yaşamını dahi kabullenmeyi isteyecek kadar hayranlık duyduğunuz ve sevdiğiniz diğerlerinin olasılıklarına olan sadakatiniz anlamına gelebilir. Boyle guzel ve eksiksiz bir dünyayı en azından takdir edebilir, alkışlayabilir ve onun izleyicisi olabilirsiniz. _Sizde yetersiz olan ne varsa unutun ve sadece yüce olanı düşünün. Yaşamınızı onunla tanımlayın. O zaman, öfkeler, kayıplar, cehalet, sıkıntıyla, kendinize yaptığınız her ne varsa, kendi derinliğinizde her ne iseniz, kendi yolunu çizecektir. _Şiiri bu iki yontemden hangisiyle yorumlarsak yorumlayalım, kendimize olan sadakatimizi guclendirecektir. İki yontem de tatmin edicidir; ikisi de insanın icinde olduğu akışı kutsar. Her ikisi de altından bir arka plan üzerindeki size ait tabloyu boyar. Ancak birincisindeki arka plan değişmez olan Bir iken; ikincisindekiyse coklu ve hakiki olasılıklara işaret eder ve bu fikrin taşıdığı butun tedirginliği beraberinde getirir. Şiiri okumanın iki yolu da asildir. Ancak pragmatik mizaca tam anlamıyla en uygun olanı cokcu okumadır. Cunku gelecekteki deneyimlere ait sonsuz miktardaki cok daha fazla ayrıntıyı zihnimizin onune derhal koyar. Bizi belirli faaliyetleri gercekleştirmeye goturur. Pragmatistler olarak, birinciden ziyade İkincisini tercih etmeniz durumunda, yuksek ihtimalle yanlış anlaşılırsınız. Sizi daha asil olan fikirleri reddetmekle, en olumsuz anlamdaki katı zihinliliğin muttefiki olmakla suclayacaklardır. _Kişisel inancın guzel bir şekilde ifade edilmesi duyanlann icini ısıtır. Ancak bu soylenenler felsefi acıdan ne derece acıktır? Yazar, şiirin birci yorumunu mu yoksa cokcu yorumunu mu destekliyor? Yazar geriye baktığını duşunuyor. Şeylerin akli birliği adını verdiği şeyden bahsediyor, oysaki aslında aklından gecen, şeylerin olası ampirik birleşmesidir. Aynı anda da pragmatizmin, rasyonalizmin soyut Bir’ini eleştirdiği icin somut cokluğun kurtancı olasılıklarına inanmanın sağladığı teselli imkanından kendisini mahrum bıraktığını duşunuyor. Kısacası dunyanın mükemmelliğini zaruri bir ilke olarak gormekle onu sadece muhtemel bir varış noktası olarak gormek arasında bir ayrım oluşturamıyor. _Yazarı, pragmatist olduğunu bilmeyen hakiki bir pragmatist olarak goruyorum. _“Butun şeylerin akli birliği” deyim olarak oyle ilham vericidir ki, onu duşuncesizce yuceltir ve soyut anlamda, cokculuğu onunla bağdaşmamakla suclar (cunku bu isimler yalın olarak alındıklarında uyuşmazlar); oysa somut anlamda, ondan kastettiği şey sadece pragmatistce birleştirilmiş ve iyileştirilmiş bir dunyadır. _Sizler arasındaki bu siz, bu mutlak gercek dunya, ahlaki bir esin veren ve dini olarak değerli olan bu birlik, birci mi yoksa cokcu bir anlamda mı alınmalıdır? Şeylerden once mi, yoksa şeylerde midir? Bir ilke mi, yoksa bir erek midir? Mutlak mıdır, nihai midir? İlk midir, son mudur? İleriye bakmana mı, geriye mi dayanmana mı yol acıyor? Bu iki şeyi karıştırmamak onem arz ediyor, cunku aralarında bir ayrıma gidildiğinde, yaşam acısından tamamen farklı anlamlara sahip oldukları gorulur. _Olasılık_ _Rasyonalist ve ampirist din anlayışı arasındaki kavga, olasılığın gecerliliği uzerinedir. Hal buyken, bu sozcuğe odaklanarak işe başlamak durumundayız. “Olası” sozcuğu tam olarak ne anlama gelir? _Derin duşunmeyen insanlar icin olası sozcuğu varlığın, varoluştan (existence) daha az gercek, var olmamadan (nonexistence) daha gercek olan bir ceşit ucuncu hali, bir alacakaranlık diyarı, melez bir statu, gercekliklerin kimi zaman giriş ve cıkış yaptığı bir araf anlamına gelir. Bu anlayış elbette bizi tatmin etmek icin fazlasıyla muğlak ve anlaşılmazdır. Diğer yerlerde olduğu gibi burada da sozcuğun tam anlamını ortaya cıkarmak icin elimizdeki tek yol pragmatik yontemdir. _Olası olanların coğu boş olmayıp, somut olarak, veya dediğimiz gibi iyi bir şekilde temellenmişlerdir. Somut olarak olası bir tavuk; gercek bir yumurta, buna ek olarak da kuluckadaki bir tavuk veya bir kulucka makinesi vs. anlamına gelir. Gercek koşullar tamlığa yaklaştıkça tavuk gittikce daha iyi temellenmiş bir olasılık halini alır. Koşullar butunuyle tam olduğundaysa artık olasılık olmaktan cıkar ve gercek bir olguya donuşur. _Dunyanın kurtuluşu gibi meselelerde zihinlerimizin kayıtsız ve tarafsız kalması gerektiğini soylemek bizzat yaşamın ruhuna aykırı olacaktır. Tarafsız olduğunu iddia eden biri ahmaklık ve sahtekarlık etmiş olur. Onu düşmanlara karşı korumasız ve yaşamı yok edici taşanlara acık gorduğumuzde mutsuz oluruz, oyle olmalıyız da. Buna rağmen, dunyanın kurtuluşunu olası bulmayan mutsuz insanlar vardır. Onlannki kotumserlik adı verilen oğreti oluyor. Buna karşılık iyimserlik dunyanın kurtuluşunun kaçınılmaz olduğunu savunan oğretiyi ifade ediyor. İkisinin arasındaki orta yoldaysa şimdiye dek bir öğretiden ziyade insani meselelere dair bir tutum olarak gorulmuş olsa da dahaiyicilik (meliorism) olarak adlandırabileceğimiz oğreti durur. Dahaiyicilik dunyanın kurtuluşunu ne kacınılmaz ne de imkansız gorur. Bunu, kurtuluşun gercek koşullannın sayısı coğaldıkca ihtimali artan bir olasılık olarak ele alır. Pragmatizmin dahaiyiciliğe meyil gostermesi gerektiği acıktır. _Burada zorluklara cesaretle goğus geriyor, rasyonalist ve birci guruhun tum eleştirilerine rağmen şunu soruyorum: Neden olmasın? _Edimlerimizin bir sebebi olsa gerek. Bu sebebi son care olarak; evrenin butun doğasının bizi maruz bıraktığı, maddeden ileri gelen baskı veya mantıksal mecburiyet dışında nerede aramalı? _Eğer biri, şeyleri acıklamak icin akılsallıktan ve sebeplerden bahsediyor ve benekler şeklinde bağımsız olarak ortaya cıkamayacaklarında ısrar ediyorsa, en nihayetinde herhangi bir şeyin ortaya cıkması icin ne türden bir neden olabilir? Mantıktan, zorunluluktan, kategorilerden, mutlaktan, felsefi makina dukkanında bulunabilecek butun şeylerden dem vurabilirsiniz fakat bana gore bir şeyin ortaya çıkmasının gerçek sebebi, birinin onun burada olmasını istemesidir. Soz konusu şey talep edilir; bu talep orneğin, dünyanın kutlesinin cok kucuk bir kısmının yardımına koşmak icin dahi olabilir. Bu yaşayan sebeptir ve ona kıyasla maddi sebepler ve mantıksal gereklilikler birer hayalet gibidir. Gorunguler dunyasına ol der, o da başka hicbir koşula gerek kalmaksızın aynı istendiği bicimde var olur. Bizim dunyamızdaysa kişinin dilekleri yalnızca koşullardan bir tanesidir. Sihirli dileklerdeki turden bir düzene hayatın yalnızca az sayıdaki alanında yaklaşabiliriz. Suya ihtiyac duyduğumuzda musluğu ceviririz. Fotoğraf çekmek istediğimizde bir duğmeye basanz. _Tartışmamızın konusu, bir butun olarak değil de ceşitli kısımlarının katkısıyla parca parca buyuyen bir dunya duşuncesiydi. Bu hipotezi ciddiyetle ve canlı bir hipotez olarak ele alalım. Dunyanın yaratıcısının yaradılıştan once şoyle bir durumla karşınıza cıktığını farz edelim: “Kurtuluşu kesin olmayan bir dunya yaratacağım, oyle bir dünya ki mukemmelliği sadece koşullu olacak, koşul ise her bir farklı oznenin ‘elinden gelenin iyisini yapması’ olacak. Boyle bir dunyada yer alma şansını sunuyorum size. Goreceğiniz gibi, orada guvenliğin teminatı yok. Bu dunya gerçek tehlikeler iceren gercek bir macera demek, ancak sonunda o da kazanabilir. Soz konusu olan, gercek bir işbirliğine dayanan sosyal bir projedir. Kafileye katılmaya var mısın? Riskle yuzleşmek icin kendine ve diğer oznelere yeteri kadar güvenmeye var mısın?” Size boyle bir dunyada yer almanız onerilmiş olsaydı, olanca ciddiyetinizle, yeteri kadar guvenli olmadığı icin bu oneriyi reddetmek mecburiyetinde olduğunuzu mu duşunurdunuz? Kokten bir bicimde cokcu ve akıl dışı olan bir evrende yer almak ve onun bir parcası olmak yerine, baştan cıkarıcının sesi tarafından bir anlığına alıkonulmuş olduğunuz ypkluk uykusuna yeniden dalmayı tercih ettiğinizi mi soylerdiniz? Elbette gger normal bir bunyeye sahipseniz, boyle bir şey yapmazdınız. Pek coğumuz bu nedenden dolayı öneriyi iyi karşılar ve kendi hukmumuzu yaratıcının hukmune katardık. _Kendi canımızdan bıktığımızda ve boşa kurek çektiğimizi duşunduğumuzde hepimizin cesaretinin kırıldığı anlar olur. Yaşamımız coker ve kayıp cocuk tutumu geliştiririz. Şeylerin başarı şansına inancımız kalmaz. Sadece pes edebileceğimiz, babamızın boynuna sanlabileceğimiz ve bir ırmak veya denizde kaybolan bir su damlası misali mutlak yaşamın icinde kaybolabileceğimiz bir evren isteriz. Bu anlarda arzu edilen huzur, dinginlik ve guvenlik, sonlu deneyimin şaşkınlık verici kazaları karşısında bizi emniyete alır. Nirvana, duyular dunyasını oluşturan maceralann sonu gelmez dongusu karşısında guvende olmak anlamına gelir. Hindular ve Budistler, temelde bu yaklaşıma sahip olduklarından, daha fazla deneyimden ve yaşamdan basbayağı korkarlar. _Dinsel bircilik bu karaktere sahip insanlara şu teselli edici sozlerle seslenir: “Her şey gerekli ve aslidir - hasta ruhun ve kalbinle sen de buna dahilsin. Her şey Tanrı ile birdir ve Tanrı’mn varlığında her şey yolundadır. Cokcu ahlakcılık (pluralistic moralism) onlara sadece urperti verir, kanlarım dondurur. Mutlakcı yaklaşımın yumuşak zihinlilere, cokcu yaklaşımınsa katı zihinlilere hitap ettiğini soyleyebiliriz. ************** _Önsöz_ _Bu kitap, ders notlarından oluşmaktadır. _Felsefede başından beri var olan bazı eğilimler hep birlikte, toplu olarak kendilerinin ve ortak misyonlarının bilincine vardılar. Bu durum o kadar cok farklı ulkede ve farklı bakış acılarından gercekleşti ki, netice olarak ortaya hayli karışık bir durum cıktı _Pragmatik açık fikirliliği ilk kendisinden öğrendiğim, bugün hayatta olsaydı liderimiz olacağını düşünmekten keyif aldığım. John Stuart Mill’in hatırasına _Arka kapak_ _Günümüzdeki yaygın kullanımı itibariyle “pragmatik”, “pragmatist”, “pragmatizm" kelimelerinin çağrışımları negatif anlamlar barındınyor: Makyavelizmin, kör maddiyatçılığın, vahşi kapitalizme özgü fütursuzluğun arkasında duran felsefi kuram hep pragmatizm olarak görülüyor. Üstelik bunun, Avrupa’da da Amerika’da da böyle olduğunu söylemek mümkün. Peki bir felsefi yaklaşım olarak pragmatizm gerçekten ne? _Pragmatizmin doğruluğa ilişkin yegâne testi şudur: Doğru, bize en iyi şekilde yol gösteren, yaşamın her bir parçasına en iyi şekilde uygunluk gösteren ve hiçbir şeyi dışarıda tutmaksızm deneyimlerin‘gereklerinin bir aradalığını mümkün kılandır. ” _William James_(1842-1910) Abd. Pragmatist _Amerikan felsefesinin klasik doneminin en onemli figürlerinden. Resim, biyoloji, kimya, tıp ve psikoloji gibi farklı alanlarda eğitim gordu. Harvard Oniversitesi’nde yaptığı tıp doktorasından sonra, aynı universitede, fizyoloji, anatomi, psikoloji ve felsefe alanlarında dersler verdi. C. S. Peirce ile birlikte ortaya cıkışına buyuk katkı sunduğu ve ilk ozgun Amerikan felsefesi diye bilinen pragmatizmin onde gelen temsilcilerinden biridir. _James, zengin ve iyi tanınan bir ailenin çocuğu. Baba James, ilahiyatçı ve düşünür. Babasının felsefe ve ilahiyat alanlarındaki görüşlerinin James’in yetişmesinde büyük etkisi vardı. Babası, zihinsel özgürlüğün önemine inanıyor ve çocuklarını bu doğrultuda yetiştiriyordu. James, eleştirel yaklaşımını bu sayede kazandı. Babası çocuklarının meslek edinme ve hayatlarını kazanma zorunluluklarının olmadığını düşünüyordu. Yine de James’in ilgisinin bilime yönelmesi için çabaladı. _On sekiz yaşına geldiğinde ressam olma amacıyla Amerikalı ressam Hunt’ın yanında resim dersleri almaya başladı, altı ay sonra bundan vazgeçti. Harvard Üniversitesinde kimya, anatomi ve benzeri konularda dersler aldı. Daha sonra nörotik bir hastalığa yakalandı. Kısa bir süre sonra kimyadan vazgeçti ve Harvard Tıp Okulu’na kaydoldu. Tıp öğrenimine bir yıl ara vererek ünlü doğa bilimci Louis Agassiz’in Amazon’a yapacağı bir keşif gezisine deniz hayvanları örnekleri toplamak amacıyla asistan olarak katıldı. _Kimya ile olan deneyimi çocukken evde gizemli sıvılarıyla yaptığı bazen tehlikeli patlamalara sebep olabilen deneylerden ibaretti. Kısa süre sonra James dikkat ve özen isteyen laboratuvar çalışmalarını ilginç bulmamaya başladı. Hayatına çok büyük etkisi olan nörotik bir rahatsızlığı baş gösterdi. Kısa bir süre sonra kimya eğitimini bıraktı. _Kantçı idealist ve göreci Charles Renouvier’den etkilendi. ___ _Charles Sanders Peirce_ (1839-1914) _Amerikalı pragmatist filozof. Öncelikle pragmatizm akımının isim babası olmuş, daha sonra da onun yönteminin ana hatlarını çizmiştir. O, felsefede işe bilgi konusundan başlamış ve burada, Aristoteles'in düzeni doğada bulan nesnel yaklaşımı ile Kant'ın bilgideki düzenin zihnin eseri olduğunu dile getiren öznel yaklaşımının bir sentezini yapmıştır. Kavram, fikir ve kuramlarımızın doğruluklarını, onların yararlılıklarıyla özdeşleştiren Peirce'a göre, yöntem öncelikle düşüncelerimizi açık ve seçik hale getirmekten oluşur, öyle ki bu yöntemle felsefe bir bilime dönüşecektir. _Çevirmenin Önsözü_12 ************ _Pragmatizm_ Fayda, menfaat, çıkar, yarar… _Bir fikrin doğruluğu faydalılığı, kullanışlılığı veya işlerliği gibi gözlemlenebilir etkilerine göre belirlenir. Epikür gibi Antik Yunan filozoflarına kadar geri gidilebilir. İlk kez ortaya atıldığında iyi, en fazla insana en fazla mutluluğu getiren şey olarak tanımlanmıştı. Ancak daha sonra Bentham iki farklı ve birbiri ile çelişme potansiyeli olan kavram içerdiğinden birinci kısmı atıp sadece “en büyük mutluluk prensibi” demiştir. Hem Bentham'ın hem de Epikür'ün formülasyonu hedonistik nedenselliğin farklı tipleri olarak düşünülebilir çünkü hareketlerin doğruluğunu sebep oldukları mutluluğa göre ölçüyorlardı ve mutluluğu zevk ile tanımlıyorlardı; Epikür'ün kişiyi en mutlu eden şeyi yapmasını tavsiye etmesine karşılık Bentham herkesi en mutlu yapacak şeyi yapmayı uygun görüyordu. _Faydacılık, sağduyu ile çeliştiği için de eleştirilmiştir. Örneğin kişi kendi çocuğunun hayatı ile iki yabancının hayatını kurtarmak arasında seçim yapmak zorunda kaldığında kendi çocuğunu kurtarmayı seçecektir. Ama faydacılar iki yabancıyı kurtarmanın gelecekte daha fazla potansiyel mutluluğa sebebiyet vereceğinden tersini tercih etmeyi destekleyeceklerdir. _Mill bir faydacı olmasına rağmen bütün zevklerin aynı değerde olmadığını ileri sürmüştür. “Mutsuz bir Sokrat (Sokrates) olmak, mutlu bir domuz olmaktan yeğdir.” sözü bu görüşünü anlatır. _Bu akımın -bir şey uygulanabildiği ölçüde doğrudur- şeklindeki savı ise hiçbir teorik mekanizmanın tartışılmasına izin verilmeden bir şey özden yoksun olduğu halde başarılı bile olsa kabul gördüğünden eleştirilmiştir. Söz gelimi birbirinden farklı seçeneklere sahip bir soru hiçbir bilgi sahibi olmayan kimse tarafından rastgele ama doğru yanıtlandığında faydacılığa göre o şey artık mutlaklık kazanmıştır. Bu kişinin bilgili, eğitimli ya da zeki olması pek de önemli unsurlar değildir. Tersi durumda da çok iyi eğitimli ve yetenek sahibi kişiler toplumda iyi statülere erişemediği durumda onların gerizekalı ya da cahil olarak damgalanmaları bu akım yüzündendir. Kısacası faydacılıkta önemli olan öz değil biçimdir, olayların teorik akışı önemsizdir, mutlak olan daima pratik başarı olarak kabul edilir. Her teori doğru değil ama her pratik doğrudur bu görüşe göre. _Örneğin bir kişi yalan söylerse en fazla faydayı elde edeceği bir durumda olsun; hareket faydacılığına göre en doğru hareket yalan söylemektir ama genel kural olarak doğruyu söylemek o kişiye daha fazla fayda sağlayacağını kabul edersek kural faydacılığı açısından doğruyu söylemek gerekmektedir. ********** _İnsan doğası her ceşit permutasyon ve kombinasyonu mumkun kıldığı icin rasyonalistler ve ampiristlere ilişkin sozlerime, bu kavramları tanımlayıcı ikincil nitelikler ekleyerek acıklık kazandırmaya calışmamı belli derecede keyfi bir tavır olarak algılamanızı rica ediyorum. _Permutasyon: Nesnelerin belirli bir şekilde veya sırayla düzenlenmesidir. _Kombinasyon: Bir nesne grubu içerisinden sıra gözetmeksizin yapılan seçimler. _Determinizm - Belirlenimcilik – Gerekircilik: Evrendeki her kavramı ve olguyu neden - sonuç ilişkisine göre açıklayan felsefi bir görüştür. Her olayın, maddi veya manevi birtakım nedenlerin zorunlu sonucu olduğunu kabul eden felsefi görüştür. _Anti-entelektualist _Netlikten yoksun cevaplar _Kılı kırk yarma _Mutemadiyen. _Tabir caizse _Ruhsal bir afyon _Nosyon _Hastalıklı zihinler _Sihirli dilekler _Varlığın atolyesi _ Neden olmasın? _Dahaiyicilik (meliorism) ************* _Psikoloji_ _Freud, Jung, Adler, Horney, Lacan, Fichte, Deleuze_ _Karışık_ _Yüzleşme: Aşinalık kayıtsızlık doğurur. Bir olayla ne kadar fazla karşılaşırsanız, duygusal yoğunluğu o kadar azalacaktır. Sözgelimi denize hayran biri deniz kenarına taşındıktan 1-2 ay sonra artık deniz ona sıradan gelecektir. Korkularımızla yüzleştiğimizde onların aslında korkulacak bir şey olmadıklarını fark etmişizdir. _Güçlü bir kimlikle yer değiştirme: Güçlü bir kimlik metodu ile geçmişe dönüp o olayla yüzleşebilirsiniz. İlk önce hayran olduğunuz güçlü bir kişiyi düşünün ya da bir hayvanı. Şimdi onun tüm özelliklerini alıp, hatta o olup sizi rahatsız eden o anıya gidin. Tam o anının içine girdiğinizde şu soruyu sorun: Fakat bu soruyu rol modeliniz veya seçtiğiniz güçlü bir hayvan olarak soracaksınız. _Hipnotik Trans Durumlarından Yararlanma: Kişi eğer bilinçliliğini kontrol edemiyorsa ve yukarıdaki teknikleri uygulayamıyorsa, kendisi hipnotik trans durumlarından yararlanabilir. Hipnotik trans durumları hepimizin gün içinde aralıklarla girdiği bir durumdur. Bunu kullanmayı bildiğinizde değişim sorunu yaşamazsınız. _Bilinçaltı, bilincin duyamadıklarını duyar, göremediklerini görür. _İnsanın özünde acıdan kaçış, haz vereni arayış vardır. _Ses dalgaları vasıtasıyla beyni istenilen dalga boyuna götürmek mümkündür. _Binoral ses:1839 yılında Alman araştırmacı HW Dove benzer frekanslarda 2 ahenkli sesin beyin de 3. bir ses oluşturduğunu keşfetti _Montesquie, özgürlük: yasaların izin verdiği her şeyi yapma hakkıdır. _Rousseau, eşitsizliği, mülkiyet kavramının doğuşuna bağladı. _Shopenhauerin, istenç ve tasarım olarak dünya yapıtı 1818de yayınlandı ve hiçbir başarı kazanamamasına karşı yazar, bu yüzyıl beni anlamazsa, daha çok yüzyıl var dedi. Ona göre dünya beynimizin bir rüyasından, saçma bir istencin ürününden başka bir şey değili. _Felsefe_ _Felsefe, aklın ışığına dayanan sistem. İlk ilkelerin ve ilk nedenlerin bilimi olarak tanımlanan metafiziğin eski adı. Anglosaksonlara göre, metefizik dışındaki tüm konuları kapsamına alan yöntemli düşünme sistemi. _Platona göre felsefe, görüngüler dünyasından idealar dünyasına geçmek demektir. _Aristo, mantık biliminin kurucusudur. Mantık basit bir bilgi aletinden daha fazla bir şeydi, bir diyalektik ve bir retorikle birleşiyordu. Felsefe, kabuğu mantık, akı ahlak ve sarısı da fizik olan bir yumurtaya benziyor. Aşkın bir nitelik taşıyan idea, nasıl olur da şeylerin yararıcı neni durumuna gelebiliri? Ruh bedene bağlıdır ve onunla birlikte yok olacaktır _Dekart, felsefeyi, kökleri metafizik, gövdesi fizik ve dalları da tıp, mekanik ve ahlak olan bir ağaca benzetiyordu. _Sofistler, gezici öğretmenler, para karşılığı öğrencilerine, karşılarındaki dinleyici kim olursa olsun herhangi bir teze inandırma yöntemini öğretiyorlardı. Savunulan tezin doğru olup olmaması önemli değildi çünkü insan her şeyin ölçüsüydü. _Hobbese göre ruhun hareketliliğinin nedeni cisimlerdir. Ruh cisimlere bağlıdır. Hobbes maddecidir. _Leibniz, maddi olmayan ruhlara monadlar dedi. Fiziki değil idea bir neensellikle birleşen ve her biri ötekileri temsil eden bu monadlar, başlarına gelecek her şeyi içlerinde taşıyorlardı. Evrensel uyum buradan kaynaklanıyordu. _Humeye göre fikirler, izlenimlerin temsilcileriydiler. _Aydınlanmanın yönetici düşüncesi, aydınlatmak ve basmakalıp fikirler ve boş inançlarla savaşmak isteğini ile getiriyordu. Kant’a göre aydınlanma, insanın kendi kendini mahkum ettiği çocukluktan kurtaran şeyir. Aydınlanma çağı ise, herkesin boyun eğmesi gereken eleştiri çağıydı. Bu eleştiri aklın 3 yetisine yönelecekti. Bilmek, (saf aklın eleştirisi), istemek(Pratik aklın eleştirisi) ve Yargılamak(Yargı gücünün eleştirisi) Eleştiri akla kendini bildirme ve bilimle metafiziği kurma olanağı sağlayan koşulların yeni bilimiydi. ****** _FREUD_ _Freud insan davranışının nedenlerinin bilinç, bilinçaltı ve bilinçdışı olmak üzere üç ayrı bölümden oluştuğunu ileri sürer. Bu yaklaşıma “Topografik Kuram” denir. _Bilinç: Algıların açık seçik izlendiği, duygu, düşünce, heyecan ve davranışa ilişkin farkındalığın bulunduğu süreçtir. _Bilinçaltı: Anıların deposudur. Gerçekliğe ilişkin sorunları çözmeye çalışmak gibi gelişmiş düşünce biçimlerinin yanı sıra düş kurma gibi ilkel süreçleri de içerir. Sürekli olarak bilinçle bağlantılıdır. Örneğin siz şu anda çevrenizde olan her şeyin bilincinde değilsiniz. Ne var ki bunların sözü edilir edilmez bu uyarıların bir resmi, daha doğrusu anısı bilincinizde canlanacaktır. _Bilinçdışı: Bilinçli algılamanın dışında kalan tüm zihinsel olayları, dolayısıyla bilinçaltını içerir. Bunlar istendiği anda bilinç alanına çıkarılamaz. Konuşma, tutum ve davranıştaki çeşitli anlatım yolları ve simgelerle günlük davranışa yansırlar. _İd, Ego, Süperego_ _Freud’un düşüncelerindeki sürekli değişmeler giderek topografik kuramla birlikte yapısal kurama geçilmesine yol açmıştır yani id, ego, süperego. _İd: Kalıtımsal olarak gelen içgüdüleri içeren ve doğuştan varolan psikolojik gizil güçlerin tümüdür. Ruhsal enerji kaynağı olan id. Freud id’e “gerçek ruhsal varlık” demiştir. İd fazla enerji birikimine katlanamaz. Gerilim olur ve bu gerilimi giderebilmek için id biriken enerjiyi boşaltma eğilimi gösterir. Buna id’in haz ilkesi denir. _Ego: Kişiliğin yürütme organıdır. İd’i denetleyen ve bilinçdışı kılan yapı. İnsanın biyolojik yapısına ters olan veya gerçeklere uygun düşmeyen eylemleri bilinçaltına bastırır. _Süperego: Toplum yasalarını kapsar. Doğuşta varolmayan yargıçtır. Kusursuz olmaya çabalamaktır. İdi bastırır. İd kişiliğin biyolojik bölümünü, ego psikolojik ve süperego toplumsal bölümlerini oluşturur. _İçgüdüsel Kuram: Libido ve gelişimini ele alan kurama denir. Öğrenme gerekmeden örgütlü ve sürekli olarak bir amaca yönelik davranmasını sağlayan içsel güce denir. _Freud’a göre ruhsal enerjinin kaynağı cinsel ve saldırganlık içgüdüleridir. _Psikodinamik kuram: Kişiliğin bilinçdışında yer alan ve bireyin farkında olmadığı anılarla ve dürtülerle biçimlendiğini ileri sürer ****** _JUNG_ Analitik Psikoloji _Jung’a göre kişilik birbiriyle etkileşimde bulunan çok sayıda sistemden oluşur. Bu sistemler ego, kişisel bilinçaltı ve onun kompleksleri ve kolektif bilinçaltı ve arketipler, persona, anima ve animus ve gölgedir. Bütün bunların bileşimi benlik. _Ego, kişiliğin bilinçli sistemidir. Algılama, hatırlama(anılar), duyumsama, düşünme… Ego kişiliğin “benlik” kavramının oluştuğu yerdir. _Kişisel Bilinçaltı, zamanında bilinçli olan ancak daha sonradan görmezlikten gelinmiş ya da bastırılmış çocuksu düş ve arzularından, yüksek algılarından ve sayısız unutulmuş tecrübelerinden meydana gelmiştir. Kontrolün zayıfladığı bir anda (uyku sırasında) hatırlanabilirler. _Kolektif Bilinçaltı ve Arketipler, kişisel bilinçaltından daha derindedir. İnsanın evrimsel gelişiminin psişik kanıtıdır. Kolektif bilinçaltında insanın insan olma evresine ulaşmadan önce geçmişinden getirdiği gizli bellek kalıntılarıdır. Arketip, duygusal yönü güçlü, kalıtımla gelen evrensel bir düşünme biçimidir. İnsanlar uzun dönemler boyunca karşılaştığı benzer olayları bir süre sonra belli davranış kalıplarına oturtmuş ve bu kalıpları kuşaklar boyunca aktarmaya başlamıştır. _Kolektif bilinçaltında bulunan belli başlı arketipler şunlardır: _Persona-Maske: Kişinin toplumsal beklentiler konusunda takındığı maskedir. Kişiler kişiliğinin öznel kısımlarını gizler. İnsanın birden fazla personası olabilir. Kişi, taktığı maskenin aslında kendisi olduğuna inanır ve kendisine yabancılaşır. Jung ego’nun persona ile özdeşleşmesini şişme olarak adlandırır. Örneğin: Personasının gerektirdiği rolleri gerçekleştiremediği için yetersizlik duygusuna kapılabilecek… _Gölge: İnsanın hayvansal yönünü içeren gölge, kökenini evrimden alır. Arketiplerin en güçlü ve tehlikelilerindendir. Hayvansı eğilimlerini bastıran kişi uygardır, ancak kendiliğindenliğini, yaratıcılığını, duygusallığını ve iç görüşünü körletmek zorunda kalır. Gölgenin reddedilmesi kişiliğin sönük kalmasına neden olur. _Anima ve Animus: Her erkekte doğuştan bir kadın imgesi vardır. Fizyolojik düzeyde, bir kişi gerçekte iki cinsellidir. Her iki cinsin hormonları birlikte bulunur. Çok erkeksi özellikler gösteren erkeklerde dişilik özellikleri bilinçdışı kalır, gelişemez. Bu durum o erkeğin bilinçdışının zayıf ve etkisiz kalmasına neden olur. Bu tip erkeklerin görüntülerinin altında çoğu kez zayıf ve bağımlı bir yapıya sahip oldukları da görülür. _Ben: Irksal bilinçdışının merkez arketipidir. Bir insan kendisini uyum içinde hissedebildiği oranda “ben” görevini iyi yapıyor demektir. Ben, orta yaşlara geldiğinde ortaya çıkar çünkü bundan önce kişilik, gelişimini ve bireyleşimini sağlamamıştır. İnsanın kendini gerçekleştirebilmesi için ego ile işbirliği gereklidir. Kişiliğin bireyleşebilmesi için insanın kendisine ilişkin her şeyi bilinçlendirmesi gerekir. Eğer, ego, ben arketipinin çağlarına uymaz ve bilinçdışı içeriğinin ben’e ulaşmasına fırsat vermezse insan kendini tanıyabilme olanağından yoksun kalır. İnsan, bilinçdışı dünyasını bilinçlendirebildiği oranda kendisiyle uzlaşır. Bilinçdışı kaynaklarını tanıyabildiği için kendisi ile çatışmaz, çevresine daha hoşgörülü olur. _Simgeler: Simge, soyut ya da o anda bulunmayan bir şeyi canlandırmak için kullanılabilir. Örnek: Krallık asası somut bir nesne olan krallığın simgesidir. Simge, bir parça ile bütünü temsil eder. Örnek: Bir yırtıcı hayvan tırnağı aslan simgesi olur. Simge, elinde gerçek bir güç bulunduran yaşayan gerçekliğe dönüşür. Örnek: Bazı kimseler için kara kedi iyilik ya da kötülük getiren gerçek bir güce sahiptir. _Küçük bir olay insanın eski korkularını tekrar canlandırıp yaşamasına neden olabilir. ****** _Devamı Yorumda.
··
4 artı 1'leme
·
4.966 görüntüleme
Onur okurunun profil resmi
_ALFRED ADLER_ Bireysel Psikoloji_ _Freud’un görüşlerinin temeli bilinçdışı, cinsellik üzerine. Adler’inki ise aşağılık duygusu üzerine kurulmuştur. Freuda göre bilinçaltı tüm kapsamı ile ruh yapısının bir eseridir. Bilinç de bilinçaltının yansımasından başka bir şey değildir. Bir insanı en iyi tanıtan şeyler bilinçli davranışları değil, bilinçsiz duygularıdır. Çoğu zaman bililnçaltı Bilinç’e zıt düşer. Freud ve Jung’un üzerinde fazla durmadığı “toplumsal belirleyici”ler Adler’de büyük önem kazanmış ve sosyal psikolojinin gelişimine yardımcı olmuştur. Fruede göre ego içgüdülere hizmet eden bir araçtır. Adler ise benliği, kararlı bir yapı, hayattan ne istediği üzerine durmuşur. Fruede karşı başka bir teori de her insanın özgün olduğu, farklılığıdır. Fruede göre geçmiş adlere göre gelecek önemlidir. Adler’e göre bilinçli amaçlar psikolojik olayların nedenleridir _Kişiliğin merkezi bilinçtir. İnsan bilinçli bir varlıktır. Davranışlarının bilincindedir. Bu görüş bilinci önemsemeyen neredeyse yok sayan ya da bilinçdışının dışarıda kalan ucu olarak tanımlayan psikanalitik kuramın tam karşısındadır. F. Nesneldir. Ampirik verilere dayanır. A. Özneldir. Subjektif varsayımlardan hareket etmiştir. F. Fizyolojik alt yapılı bir kuramdır. A. Sosyal bir psikoloji geliştirmiştir F. İndirgeyicidir. Kişilik bilinç, bilinçdışı, erostanotas, id, ego, süperego gibi birbirine karşıt biçimde çalışan bölümlere ayrılmıştır. A. Bütüncüdür. Kişilik parçalara bölünmez. Kişiliğin bellek, duygular, davranışlar gibi çeşitli yönleri bireyin tümü için çalışır. F. Bireyi kişilik yapısı içinde inceler. A. İnsanın ancak diğer bireylerle kurduğu ilişkileri… F. Psikoterapinin amacı ruhsal yapının çeşitli bölümleri arasında bir uyum sağlamaktır. A. Terapinin amacı, kişiliğe yeni boyutlar katarak kendini gerçekleştirmeye ulaşabilmek. F. Asal olarak insan “kötü” bir varlıktır. Uygarlık onu ehlileştirmeye çalışırsa da birey bunun karşılığını oldukça pahalıya öder. Tedavide içgüdüsel istekler saf dışı edilemez, ancak yüceltilebilir. A. İnsan “iyi” ya da “kötü” değildir. Yaratıcı ve seçici bir varlık olduğu için yaşam biçimine ve o anda içinde bulunduğu koşulların etkisine göre “iyi” ya da “kötü” olma durumlarından birini seçebilir. F. İnsanın içgüdüsel yaşamının ve uygarlığının tutsağıdır. A. Seçim yapabilen bir varlık olarak insan, içinde yaşadığı çevreye istediği biçimi verebilir. F. Freud’un gelişim kuramı doğrudan çocukları gözleyerek değil, yetişkinlerin serbest çağrışımlarından edinilen veriler üzerinde kurulmuştur. A. Çocuklar, ailede, okulda ve diğer eğitim merkezlerinde doğrudan incelenmiştir. F. Diğer insanlar bizim düşmanlarımızdır. Bizimle sürekli çekişme durumunda olduklarından onlardan kendimizi korumamız gerekir. A. Diğer insanlarda bizim gibi yaratıklardır. Yaşam içinde işbirliği yapabileceğimiz, dayanabileceğimiz, bizimle eşit varlıklardır. F. Kadınlar erkeklerin üreme organına imrendikleri için eksiklik duyarlar. Kadınlar eksik varlıklardır. A. İçinde yaşadığımız kültür kadınları yetersiz varlıklar olarak değerlendirdiğinden kadınlar eksiklik duyarlar. F. Nevrozun kökeninde cinsel çatışmalar bulunur. A. Nevroz yetersiz öğrenme sonucu oluşur, yanlış algılamaların ürünüdür. F. Uygarlığın karşılığı nevrozla ödenir. A. Yeterince uygarlaşmamış olmanın karşılığı nevrozla ödenir. F. Nedenselliğe önem verir. A. Erekbilime önem verir ****** _ERİCH FROMM_ Hümanistik Psikanaliz. _Kişilik Kuramı: Karakter, sosyal etkiler sonucu yaşam tecrübeleriyle oluşur. Asimilasyon ve sosyalleşme sırasında yerleşen insan enerjisinin kanalize olma biçimlerini kapsar. Kişilik, bireyin sosyal karakter yapısı ve kalıtsal mizacını oluşturan kültürel etkilerin tümünün ortak ürünüdür. İnsanın topluma her yönüyle dinamik uyumunu simgeler. Fromm’un sosyal karakteri Freud’un süperego kavramına benzer. _Fruede göre Cimri anal karakter, içkici oral karakter. From da İçki arzusu onun karakterinin bir belirtisidir. Adlerin sosyalciliğine yaklaşır. ****** _KAREN HORNEY_ _Neo-Freudyen. Abd. (1885-1952) İlk kadın kuramcı. 2 temel yaklaşımı vardır. Emniyet ve doyum. _Horney, nevrotik ihtiyacları üçe ayırır: _1) İtaatkar - boyun eğen kişilik: Nevrotik kabul görme ve beğenilme ihtiyacını insanlara ılımlı yaklaşarak giderir. _2) Bağımsız - kaygısız kişilik: Nevrotik ideal benlik ve gerçek benliği arasında yaşadığı çatışma sonucu ideal benliğini ortaya koymak için bağımsız ve mükemmelliyetçi bir kişiliğe bürünür. İnsanlardan uzaklaşır. _3) Sardırgan kişilik: Nevrotik başarı taktir edilme, güç kazanma ihtiyacını doyuma ulaştırmak için saldırgan bir tutum sergiler. _Freud’a göre, kadınlar erkek cinsel organına özenme, kıskançlık gibi duygular besler. Horney ise bu görüşe karşı çıkmış ve erkeklerin kadınların rahmine olan kıskançlığına değinmiş. _Kişiliğin belirlenmesinde ruhsal dürtülerden cok çevresel ve toplumsal koşulların rol oynadıgını öne sürerek freudun libido ve ölüm içgüdüsü gibi kavramlarını reddetmiştir. _Çocuk, eğer kusurlu bir ortamda yetişmişse bir anksiyete yaşamaktadır. Horney, saldırganlığın doğuştanlığına inanmamaktadır. Temel anksiyete; insanlararası ilişkilerdeki güvensizlik duygularından kaynaklanır. _Çevreyi düşman olarak görürse, güvenini koruyabilmek için saldırgan davranır _Horney, narsisizme karşı çıkar. Bir bireyin kendini gerçekten sevmesi olmayıp, güvensizlik duygusuna karşı geliştirdiği kendini aşırı önemli görme çabasından kaynaklanır. _Yukarıda olmayı isteyenler, aslında birilerini aşağıda bırakmak isteyenlerdir ****** _Jacques Lacan (1901-1981) Fran. _Freud'den bu yana en tartışmalı psikanalist. Yapısalcı psikanaliz'in babası. İd - Ego - Süperego kuramından uzaktır çünkü Lacan’a göre psikanaliz, bir bilim olarak bilinç dışının bilimi'dir. Oidipus’suz kültür ya da uygarlık olamaz. Sözleri oldukça karmaşık, belirsiz ve anlaşılması güç bir niteliğe sahip. Dolambaçlı ve çetrefil söz oyunları, eğretilemeler, anlaşılması ve yorumlanması güç göndermeler sürekli olarak bu dile hakimdir. _En güzel intikam, başarıdır. Seni sevmeyen herkesi üzer. _Tanrı yoksa, hiçbir şeye izin yoktur. _Aşk, sizde olmayan bir şeyi, bunu sizden istemeyen birisine vermeye çalışmanızdır. _Aşk, tıpkı “realite” dediğimiz şeyin çoğu gibi bir belirsizliktir. Birbirini seven insanlar arasında aslında yanlış olan bir vaat vardır: Birini tamamlamak, onu mutlu etmek. Aynı zamanda karşımızdaki kişiyi de gerçek anlamda algılamıyoruz. Karşımızdaki kişinin özellikleri bilinçsizce verilmiş etiketleri karşılıyor. Onu gerçekten sevmiyorsunuz, o kişiyle ilgili aklınızda oluşturduğunuz imajı seviyorsunuz. _ Cinsel arzu karşısındaki kişiyi bir tatmin objesine dönüştürürken sevgi, bunun ötesine geçer. Karşısındaki kişiyi bir obje değil bir varlık olarak görür. Böylece sevmek, diğerinin bir parçası olmaya dönüşür. Hataları ve zayıflıkları kabullenilir. Karşılığında sevilme arzusunun ötesine geçtiğinde sevgi, aktif bir hediyeye dönüşür. _ Ortada sevgi varsa, kişi, karşısındakinin varlığını sever. Bu varlık sürekli kendine ihanet ediyor olsa bile sevgi devam eder. Ancak bu kişi kendine ihanet konusunda çok ileri giderse, varlığın güzelliğinin bozulacağı bir noktaya gelirse sevgi hissi yok olur. _Gerçek, yanılgıdan kaçan hatadır ve yanlış anlaşılma yoluyla ona ulaşılır. Herkes kendi gerçeğini görmezden gelir. Gerçeğin bizden “kaçtığı” anlar vardır. Örneğin bir dil sürçmesi yaşadığımızda veya düşünmeden konuştuğumuzda böyle olur. _Suçluluk duyabileceğimiz tek şey arzularımızla ilgili attığımız geri adımlardır. _“Birini gerçek anlamda yalnızca sahip oldukları için değil, eksiklikleri için de sevebilirsiniz. Kimseyi “parçalar halinde” sevmezsiniz. Bu duygu, karşınızdaki kişiyi tüm varlığıyla sevdiğinizde hissedilir. _Başarılı olan tek bilinçaltı savunma mekanizması sublimasyondur (güdüleri iyiye yönlendirme). Böylece içgüdüsel dürtüler geçerli kültürel ürünlere dönüştürülürler. Sanat, bilim ve tüm yaratıcı aktiviteler süblimasyonun sonucunda ortaya çıkarlar. _ Picasso’nun bir keresinde çevresindekileri şok edercesine söylediği gibi – Ben aramam, bulurum.” _Sahtekar olmadığımızdan nasıl emin olabiliriz? Kadın olsun erkek olsun insan "eksik"tir, ''kastre"dir; yani narsistik açıdan yaralıdır. _Lacan, Freud gibi, tek bir cins vardır. O da erkektir. Kız çocuk hadım edilmiş erkek çocuktan başka bir şey değildir der. Aynen freud gibi kadının penis arzusu çektiğini ve bu eksikliğini gidermek için de çocuk sahibi olmak istediğini söyler. Bu penis "biyolojik" penis değildir. Hayali bir penistir. Temsil ettiği şeyler güç, sevilmek ve tam olmaktır ancak lacan'a göre bu tamlık hiçbir zaman sağlanamaz. _Aileden kopuş ve yalnızlık, hayatlarımız kaybettiğimiz bu tümelliğin yerine bir şeyler ikame etme arayışından başka bir şey değildir. Dogduktan sonra iki yasina kadar, kendisini ve annesini bir butun sanan bebegin, hayati boyunca bu travmatik etkiyi uzerinden atmak icin cesitli arayislar icinde oldugunu savunur. _Bir kadın hapishanesinin müdürü üç mahkumdan birini afla serbest bırakmaya karar vermiştir; kazanan, zeka testiyle belirlenecektir. Üç kadın büyük bir yuvarlak masanın etrafına bir üçgen şeklinde yerleştirilir. Her birinin belinden aşağısı çıplaktır ve arkadan duhul edebilmesi için masaya eğilmiş haldedir. Her bir kadına ya siyah ya da beyaz bir erkek duhul edecektir, dolayısıyla önündeki diğer iki kadına duhul eden adamların yalnızca rengini görebilecektir; tek bildiği şey şudur ki bu deney için müdürün elinde, üçü beyaz, ikisi siyah olmak üzere sadece beş adam vardır. Sormaları gereken soru "beni siyah bir adam mı yoksa beyaz bir adam mı düzüyor?" değil, "ben düzülürken öteki'nin bakışı için neyim?" sorusudur çünkü, deyim yerindeyse, kendi kimliği bu bakış aracılığıyla kuruluyordur. ********** _Johann Fichte_ (1762 -1814) Alm. _Fichte, Kant'ın bir başlangıç yaptığına ve bu başlangıcın bir sisteme kavuşturularak tamamlanması gerektiğine inanmıştır. Bu sisteme ulaşmak için de bir çıkış noktası arar. Ona göre bu çıkış noktası sujedir, bilinçtir. _Kant'ın idealizmi ile hegel'in diyalektiği arasında geçiş sürecini temsil ettiği söylenir. _Kant'tan etkilenen filozofa göre iki tür felsefe şekli vardır; objeden yola çıkarak veya sujeden yola çıkılarak felsefe yapılabilir. Objeden yola çıkıldığında, cansız maddeden bilincin nasıl oluştuğu sorusu cevaplanamaz. Bu tür felsefe, determinist bir felsefedir. Dolayısıyla ahlaktan bahsedilemez. İkinci tür felsefe yapma yolu sujeden yola çıkmaktır; bu tür felsefenin baş sorusu "suje tasavvurları nasıl oluşturmaktadır?" Bu soru yanıtlanabilir. Fichte insandan yola çıkarak ahlağı mümkün kılar. _Kant’ın Eleştirel Felsefesi’ni bütünlüklü ve sistematik bir idealist metafiziğe dönüştürme yönündeki çabasıyla tanınır. Hegel ve Marx’ın diyalektik yöntemi, modern felsefeye diyalektik düşünme yöntemini getiren Fichte’nin onlara mirasıdır. _Saldırganlığı çıkarları için değil, hakkını savunmak içindir. _Bugünkü sosyalist devletin öncüsüdür. Dışa kapali ticaret devletinin, bugünkü sosyalist devlet ile ciddi benzerlikleri vardir. Ekonominin disa kapatilmasi, devlet eliyle düzenlemelerin yapilmasi ve insanin temel ihtiyaclarinin devlet eliyle gerceklestirilmesi icin "zor" un kullanimi gibi. _İɾade ya da ben, temel geɾçeklik olup özgüɾdüɾ, kendi kendisini beliɾleyen faaliyettiɾ. Ben ya da iɾade dışında heɾ şey ölü ve pasif biɾ vaɾoluşu gösteɾiɾ. _ Şeyler ve aralarındaki ilişkileri yalnızca dokunma duyularıyla değerlendirebilen doğuştan körlerden oluşan bir dünya tasarlayın. Aralarına girip onlara renklerden ve yalnızca ışık sayesinde görülebilen ilişkilerden bahsedin. Şanslıysanız, sözlerinize hiçbir anlam veremediklerini söyleyecekler. Gözlerini açabilme yeteneğiniz de yoksa eğer, boşuna konuşmakta olduğunuzu kısa sürede anlayıp susacaksınız. _Hangi felsefeyi seçtiğiniz, nasıl bir insan olduğunuza bağlıdır. _Felsefe sayesinde insan aklı kendine gelir; ve ondan sonra hiçbir destek olmaksızın kendine dayanır, elleri kadar boksör, ayakları kadar dansçıdır; mutlak biçimde kendisinin efendisi olmuştur _Alman idealizminin iki çıkış yeri var; Jena ve Berlin üniversiteleri. Berlin üniversitesi; Fıchte, Schelling, Hegel. -Her üçünün de çıkış noktası; Kant Her üçü de felsefe idesini yerine getirecek, ideal bir sistem arıyor. Her üçünde de, aklın ideal bir sistem kurabileceğine büyük bir güven var, insan aklı bütünü açıklayan tutarlı bir sistem kurabilir. Oysa Kant böyle söylemiyor, taksine akıl; ancak bir yere kadar bilebilir, diyor Kant’ın kritiği; sınır çizmek, yıkıcı. Alman idealizmin de ise bir sistem kurmak, yapıcı bir sistematizm sözkonusu. _Fıchte’nin çıkış noktası; Kant’ın özgürlük idesindeki tutarsızlıktır. Fıchte, ‘ben’in özü özgürlükse o halde niye sınırlanıyor, diye sorar. Kant ‘ben’i kendi özünde olanla değil, kendi dışında olanla sınırlıyor. Fiche Hakikatte ‘ben’in dışında bir dünya yoktur. Ben’in dışında kendinde şey yoktur. Olsa bile onu yaratan benim tasarımım, imgemdir. Fıchte’de sınırsız bir özgürlüğe sahip ‘ben’ var. Ben’in dışında ne tanrı ne de dünya var ama buz gibi bir yalnızlık var. _Varolan her şey bir tasarımda çözülürse, ‘ben’i de bir tasarım olmaktan kurtarır mı? Belki de her şey aklın bir tasarımından başka bir şey değil, belki her şey bir hiçlik. Bu yüzden bu düşünce, ürkütücü bir düşünce. _Kant, sonunda bu hiçliğe gideceğini görmüştü. Bu nedenle bilme yetisine sınır çizmişti. Bu bakımdan Kant’ın kritisizmi çok haklıdır. Akla sınır çizmezsek ya spekülasyona ya da mistisizme gider, Fıchte’nin yaptığı gibi. İnsan, kendi özgürlüğünün mutlak olmadığının bilincine vardığında asıl mutlak olan tanrıyla ilişkiye girmiş olur. _Fichte'ye göre, irade ya da ben, temel gerçeklik olup özgürdür, kendi kendisini belirleyen faaliyettir. Ben ya da irade dışında her şey ölü ve pasif bir varoluşu gösterir. Fichte Kant'a büyük hayranlık duymuş, onu görmeye gitmiş ve (Bütün Tanrısal İlhamların bir Eleştirisi) adlı eserini sunmuştur. _Fıchte’ye göre iki tip felsefe var: 1.Dogmatizm 2.İdealizm _Fıchte’nin dogmatizmden anladığı, kendi başına olan felsefedir. Fıchte’ye göre kendinde şey; bir bilinç, bir geist değil. Nasıl olur da, bir bilinç, bir geist olmayan şey benim bilincime, özgürlüğüme sınır koyabilir. Böyle bir şeyi kabul eden felsefe, dogmatiktir. 2-İdealizm; sadece bilme eyleminde bulunan ben. Hiçbir sınır tanımayan özgür ben. İdealist felsefe bütünü açıklama çabasındadır _Yöntemi diyalektiktir ve üç belirlemesi var: Tez; ‘ben benim’, kendini anlayamayan kendi içinde ben. Antitez; ‘ben olmayan’, ben, kendini görmek için kendi karşıtını koyuyor. Sentez; ‘mutlak ben’, benin yeniden kendi bütünlüğüne ulaştığı aşama. ‘’Ben bir Ben’im ve benim için, bir Ben olan herkes aynıdır. Peki, insan imgesinde içerilen ihtişam karşısında titrememeli miyim?’’ _‘’Ulaşmaya çalıştığı amaçlarının renkleri ve dışsal formları yok olabilir ama amacı aynı kalır: ’İnsanın içinde yaşadığı kilden kulübeyi silkeleyip yıkın! Varoluşunun doğası gereği insan, kendi dışındaki her şeyden bağımsızdır. Kilden kulübesinin içinde bile, kendinde böyle bir varoluş hissine sahiptir –zaman, mekan ve kendisine ait olmayan her şeyin ortadan kaybolduğu, tininin kendisini güçlü bir biçimde bedeninden koparıp aldığı tüm bu sevinç dolu anlarda, artık özgür bir biçimde, tinin yalnızca bir beden yoluyla başarabileceği tüm bu amaçların peşine düşmek için bir bedene geri döner. Onu meydana getiren son toprak parçasını da bölseniz, o hala varolacaktır. Varolacaktır, çünkü varolmayı isteyecektir. Kendi sayesinde, kendi gücüyle o, sonsuzdur.’’ _Ölümsüzlüğe kavuşma tek arzusudur. Fichte kaz çobanıdır. Yüksek kabiliyetini gören çiftlik sahibi ona felsefe eğitimini yaptırır *************** _Gilles Deleuze_ (1925-1995) Paris. İntihar. _Arzu her şeyin temelindedir. Arzu bir makinedir. Arzu üretir, sadece gerçeği üretir. Bilinçdışı arzu makinelerinin üreticisidir. Arzu, Lacan’ın arzu teorisindeki gibi bir eksiklik olmadığı gibi arzulamak da bir şeyin eksikliğini hissetmek değildir. İhtiyaçlardan ortaya çıkan şey arzu değildir, aksine arzudan türeyen her şey ihtiyaçları oluşturur. _Beraber çalıştığı psikanalist Guattari ile felseyle psikoljiyi birleştirmiş. Deleuze ve Guattari, arzunun Oedipus karmaşası ve çekirdek aile aracılığıyla baskılanmasını reddederek psikanalizi devrimci bir materyalizme dönüştürmek isterler; Marx’ın emeğin özgürleştirilmesini hedeflediği gibi Deleuze ve Guattari de arzunun özgürleştirilmesini hedeflerler. Tüm azınlıkların -kadın, işçi, çocuk, cinsel azınlık ve etnik azınlık- yabancılaşması sona ermelidir. _Deleuze'de öteki post-yapısalcı düşünürler gibi, genel felsefe tarihinin eleştirisiyle çalışır ve onu yeniden kurgular. Bu girişim, bilinen anlamda Felsefe tarihi anlayışının yerle bir edilmesi anlamına gelir. _Bir insana aşık olmak; onu kalabalığın içinden çekip çıkarmak, çokluğun içinde tek kılmak ve sonra aynı hızla o teklik içindeki çokluğu keşfetmektir. _Anne, baba ve çocuktan oluşan çekirdek aile heteroseksüelliği bir seçimden çok bir norm olarak sunar. _Yüzey mi derinlik mi? Bütün anlamın mantığının yüzeyde yattığını belirtir. _Oluş Felsefesi_ Deleuze statik bir “varolma” yerine “oluş” kavramını benimser; oluş bir halden öteki hale geçişin çoklu ve karmaşık durumunu ifade eder. Tüm eylemler bir oluş dizisidir ve büyük bir oluşun parçasıdır Sürekli devam eden sabit olmayan bir süreçtir oluş ve bir nesne veya öznesi yoktur, hayatın tüm unsurlarının ilişkili olduğu bir durumdur. Deleuze’ün amacı, öznenin olma halinden kurtulması, hayatın ve tüm olayların merkezinde olmamasıdır. _Kadın-oluş_ _Deleuze’e göre kadın-oluş tüm oluşların başlangıcı; fark edilmezlik ise Deleuze için oluşun içkin bir sonudur. Bu kavramdaki kadın ifadesi deneysel anlamda dişiyi değil azınlığı temsil eder. Kadın-oluş genel anlamda bir dönüşüm sürecine işaret eder, pozitif güçleri ve göçebe, kök-sap bilinç seviyelerini olumlar. _Yersiz yurtsuzlaşma_ Hegemonik söylemlerin tutarlılığını darmadağın etmek amacıyla düşünceyi başka farklı yerlere sürükler, yepyeni kavramlar yaratırlar; onlar için doğru ya da yanlış düşünce yoktur, düşünceler vardır. _Organsız beden_ _Beden arzulayan bir makinedir, doğadaki tüm makineler birbirleriyle ilişkilidir ve bu makineler birbirlerine eklenir ve yeni makineler oluştururlar. Organsız beden arzu üretiminin bu içgüdüsel veya toplumsal kısıtlamalardan kaçışını ifade eder. Organsız beden, biyolojik fonksiyonlar veya kültürel/tarihsel değerler ile düzenlenmemiş bir bedendir. _Queer Teori_ _Queer kelimesi uzun bir süre ucube, tuhaf, garip, iğrenç, aşağılık olan, alışılmışın dışında, anormal, hasta ve ibne anlamlarında ve özellikle lezbiyenler ile gayları işaret etmek için kullanılmıştır. Ancak 1990’ların başında queer kavramına iade-i itibar edilmiş, bu denli olumsuz anlamlar ifade eden bu kavram bir anda hem bir hareketin hem de bir teorinin adı haline gelmiştir. Queer kelimesi aslında biyolojik cinsiyet, toplumsal cinsiyet ve cinsel arzu arasındaki sözde istikrarlı ilişkilerdeki tutarsızlıkları gösteren hareketleri veya düşünceleri tarif eder. Bu ilişkilerin istikrarlılığı, sorgulamaya açıktır çünkü tek sebep çoğunluğun öyle olduğunu düşünmesidir. _Aktif veya reaktif kuvvetler_ Aktif kuvvet, kendisini esneten, nereye kadar uzanabiliyorsa oraya uzanan, kendi özgür genişlemesi dışında hiçbir şeye aldırış etmeden, başkalarını umursamadan kendi yolunda ilerleyen bir kuvvettir. Reaktif kuvvetlerse kurnaz, gizli, kısıtlayıcı, müdahale edici, ikincil, aldırışsız, gayretli ve itaatkardır. Aktif kuvvetler olumlar, üretir ve esnerken reaktif kuvvetler yargıda bulunur, ahkam keser, ideolojiler ve açıklama tarzları üretir, dahiyane teoriler icat eder, uzlaşır. Aktif kuvvetler kendilerini olumlar ya da ortaya koyar; kendi farklılıklarından keyif alır, kendi olumlu doğrultuları içinde gelişir; reaktif kuvvetlerse, faaliyeti sınırlayıp zapt etmek üzere işler. _Queer beden aktif kuvvetler olarak görülmelidir, o da kendi özgür gelişiminden başka bir şeye aldırış etmez _Homoseksüel kimlik diye bir şey yoktur, aslında homoseksüel-oluş söz konusudur. Deleuze gey kimliğin sabitlenmesinin aslında istikrarsızlaştırılmak istenenin istikrarlılaştırılması olduğunu ifade eder. _Kız, kendinden bir şeyler çalınarak, erkek düzeninin ilkeleriyle çalışan örgütleme düzleminde modellenen bir cinsiyettir. Bir yersiz yurtsuzlaşma. _Queer bireyler de yersiz yurtsuzlaşmış göçebe öznelerdir. Ya bedenleri ya da cinsel pratikleriyle egemen ideoloji tarafından marjinal bir konumda bırakılırlar. Arzularını özgür bırakır, bu nedenle queer bedenler özgür bedenlerdir. Oluş tamamlanamayan bir süreçtir; bir halden öteki hale geçiştir; iki arada olma halidir. _Modern Batı düşüncesinde her zaman düşünce erkek olan bir konuşana atfedildi, erkeğin ise duyduğu sadece kendi sesiydi. Ötekilerin seslerini duyması olanaksızdı. Kadınlar, çocuklar, azınlıklar, homoseksüeller, renkli ırklar, ucubeler ve tüm ötekiler susturuldular. Deleuzyen felsefe ve queer denildiği zaman aklıma gökkuşağının tüm renkleri gibi çokluk ve çoğulluk geliyor; kanımca çoklu cinsiyetli bedenler, özgürleşmiş arzular, arzulayan ve arzularının peşinden giden göçebe bedenler fazlasıyla queer’ler. (_Benliğin altını oyar. Kendini yeniden keşfetmedir. Arzuları serbest bırakmalıdır ancak o zaman gerçek anlamda özgür olabilecektir. ) *****************
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.