Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

İstanbul'da yüzyıllardır, bir Türk Mutfağı vardır. Evlerde ve aşçı dükkânlarında. 20. yüzyılın ilk yarısında, "restaurant" bilinmezdi. Az bir şey kibar olanların adı "lokanta" idi. Ayrıca her keseye elverişli olan "aşçı dükkânları'nın yüzlercesi - binlercesi, şehrin her yanındaydı. Bu dükkânlara girer girmez, sağda veya solda ateş üstünde, 50 mi desem 60 mu desem, sıcak tencere yemeği bulunurdu. Gelen ne yiyeceğini, gözüyle de seçerdi. Neler bulunmazdı ki!... Dolmalar, sarmalar, haşlamalar, kızartmalar... İstanbullu renkleri bile, yiyeceklere bağlamıştı: patlıcan moru, kavuniçi, vişne çürüğü gibi. Çapkınlık eğilimleri, yemeklere bile sıçramıştı: hanım göbeği, dilber dudağı gibi. Önce, aşçı dükkânları ufuklara doğru çekildi. Kaç tanesi kaldı bilmem. Yemeğin, önce malzemesini hazırlamaktan, sonra hazırlayıp pişirmekten doğan nice emek, bu sevimli ve sevgili yerleri yok etti. Tüketim, kolay yapılan işlere yöneldi. Önce kebaplara, sonra da Amerikan köfteciliği ve İtalyan pizzacılığına... Öte yandan İstanbul'da zaten, insanlar olağanüstü çoğalmış, balık ise hem azalmış, hem de müthiş pahalılaşmıştı. Şehir son 50 yılda, zaten mahşerleşmiş ve kebap istilasına uğramıştı. Bu değişimden de, bir kolaylık doğdu: Artık İstanbul'un tarihi, sadece ikiye ayrılıyor: 1- Kebaptan önce, 2- Kebaptan sonra.
·
111 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.