Başkalarının Tanrısı romanının adı ilk duyduğumda çok ilginç bulmuştum. Yazarın içerikle nasıl bütünleştireceğini de çok merak ettim. Kitapta 5 farklı hayatın sokakta nasıl bir araya geldiğini okuyoruz. Efsun Abla, Adnan Abi, Hülya, şair Musa ve Matruşka... Bambaşka hayatlara sahip bu 5 insan nasıl bir araya geldi, nasıl birbirlerine tutundular ve güvendiler?
Tek dertleri bir şehirde kendilerine barınacak bir yer bulma olan bu insanlar aslında hepimizin her gün mutlaka bir yerde denk geldiği, var olmaya hayatta kalmaya çalışan insanlar. Mine Söğüt'ün de dediği gibi, yüzleşmiyoruz -belki de yüzleşmekten korkuyoruz- çünkü görmüyoruz. Görmemiz için de, bakmamız lazım ama biz bakmıyoruz da. Yok saymak için uğraştığımız insanların hayatlarını gösteriyor. Diğer okuduğum iki kitabında da (Deli Kadın Hikayeleri ve Beş Sevim Apartmanı) yine yüzleşemediğimiz insanların hayatlarını sunmuştu. Bu romanını okurken de, şunu düşündüm. Okuduğum üç kitabında da hayatın bir yerinde unuttuğu ve biz insanların görmediği bu insanlar ne kadar çoklar ve hep var olmaya devam edecekler. Hiç aklımıza gelmeyecek, acıların yeniden dirilttiği bu insanların hayatlarından sadece kısa bir kesiti okuyoruz. Belki birebir gerçek değil ama benzerleri olduğunu biliyoruz. Yüzleşmekten korktuğumuz insanları gösterdiği için belki de Mine Söğüt, yazdıklarıyla korkutucu(!) olduğu düşünülüyor, kim bilir.
Dil yazarın yine aşina olduğum diğer kitaplarındaki gibi. Her bir sayfayı sanki bir polisiye kitap okur gibi merakla çevirdim. Romanı okurken karakterlerden sadece birini kafamda oturtamamıştım bir türlü ancak kitabın sonuyla yazarın aslında ne yapmak istediğini anladığımı düşünüyorum. Bundan yıllar önce bir sahafta yolumun Deli Kadın Hikayeleri romanıyla kesişmesiyle tanıdığım Mine Söğüt, Türk edebiyatında yeri farklı olan kadın yazarlardan biri bence. İyi ki tanışmışım, iyi ki okumuşum. Yazarı sevenlere, farklı tarzda güncel Türk edebiyatından okumalar yapmak isteyenlere kesinlikle tavsiye ederim. Mutlaka bir kitabına şans vermelisiniz.