Nadja dalgınlığından sıyrılamamıştı. Onu kendime yeniden yöneltmek için Baudelaire'in bir şiirini okudum ama sesimdeki değişmeler onda, az önceki öpücüğün: "içinde tehdit olan bir öpücüğün" anısıyla artan yeni bir korkuya yol açtı. Yine durdu, taştan trabzana yaslandı, ikimizin de bakışları, o saatte ışıl ışıl olan nehre daldı: "Bu el, Seine'nin üstündeki bu el, neden bu el suyun üstünde yanan? İyi ama bu elin anlamı ne? Onu nasıl yorumluyorsun? Bırak göreyim şu eli. Neden buradan gitmemizi istiyorsun? Neden korkuyorsun? Benim çok hasta olduğumu sanıyorsun değil mi? Hasta değilim. Peki bunun senin için anlamı ne: suyun üstünde ateş, suyun üstünde ateşten bir el? (Şaka yollu) Tabii bu kadar değil; ateş ve su aynı nesnedir; ateş ve altın tümüyle farklıdır."