Din birliğinin de bir ulusun kuruluşunda etkili
olduğunu söyleyenler vardır. Fakat biz, bizim
gözümüzün önündeki Türk ulusu tablosunda
bunun tersini görmekteyiz. Türkler, Arapların
(islâm) dinini kabul etmeden önce de büyük bir ulus idi. Arap dinini kabul ettikten sonra, bu din ne Arapların, ne aynı dinde bulunan Acemlerin (İranlıların), ne de Mısırlıların ve başkalarının Türklerle birleşip bir ulus oluşturmalarına hiçbir etki etmedi. Tersine, Türk ulusunun ulusal bağlarını gevşetti; ulusal duygularını, ulusal heyecanını uyuşturdu. Bu pek doğal idi. Çünkü Muhammed'in kurduğu dinin amacı, bütün
ulusların üstünde yaygın bir Arap ulusçuluğu
politikasına dayanıyordu. Bu Arap düşüncesi,
ümmet sözcüğü ile dile getirildi. Muhammed'in dinini kabul edenler, kendilerini unutmaya yaşamlarını Allah sözcüğünün her yerde yükseltilmesine adamaya zorunlu idiler. Bununla
birlikte, Allah'a kendi ulusal dilinde değil, Allah'n Arap kavmine gönderdiği Arapça kitapla tapınma ve duada bulunacaktı. Arapça öğrenmedikçe Allah'a ne dediğini bilmeyecekti. Bu durum karşısında Türk ulusu birçok yüzyıllar boyunca ne yaptığını, ne yapacağını bilmeksizin, âdeta,
bir sözcüğünün anlamını bilmediği hâlde Kur'an'ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndüler.