II. Abdülhamit’in saltanat sürdüğü İstanbul’da yaşayan bir ailenin öyküsü “Venüs”. Absürd bir doğum sahnesiyle başlıyor ve bir çok absürd kahraman ve olayla sürüp gidiyor. Kendine has uslubuyla, özgün konusuyla, biraz tanıdık biraz yabancı bir dünyanın güzelliklerini sermiş önümüze. Şekina ve Nergis'in hikayesi aslında bu kitap. Bir "kadın manifestosu" içerir. Muşmula ağacı altında ve Boğaz'ın serin sularında başlayan kitabımız yine aynı yerde bitiyor.
Üzerine II. Abdülhamit’in gölgesi düşmüş, tedirginlikle dalgalanan İstanbul’da karşılıyor bizi Venüs. Önce doğuyla batının tam ortasında, Boğaz suları üzerindeki bir sandalda gözlerini dünyaya açan kahramanımızla tanışıyoruz. Bize 1908’de başlayan yaşamöyküsünü anlatıyor, anlatmalara doyamıyor. Doğumda ölen anne; oğlu değil de kızı oldu diye üzülen baba; aşkı, kendisini, erkekleri çok seven Şekina Hala. Ha bir de 350 yaşında olan Nergis Kadın var.Ailenin yedi kuşak hizmetkârı.
Yazar bazı yerlerde çirkin imalarda bulunmuş ve bunları da güzel sözlerle gizlemiş diyebilirim. İma ettiklerinin isimlerini yazmamış ama siz kimler olduklarını okurken tahmin edebiliyorsunuz sırf bu yüzden kitabı yarıda bırakabilirsiniz. Yine de üslûbu,yazım şekli hoşuma gitti. Okuyabilir misiniz bilemem çünkü duyduğuma göre daha güzel kitapları varmış :)