Homo homini monstrumBaşlıktaki ifadeyle “insan insanın canavarıdır.”
İnsan özünde daima bir anlam arar. Hayatı açıklamaya ve anlamlandırmaya çalışırız. Bu yüzden de mitlere inanır ve mitleri sanatı, dini, gerçeği açıklamak, onunla baş edebilmek için kullanırız. Mitler aracılığıyla her an başımıza kötü şeylerin gelebileceğini varsayar ve korkunç olasılıklardan kurtulmak için de hikayelere sığınırız. Aslında durumun ne olduğu ve bir açıklaması olduğunu söyleyenleri can kulağıyla dinleriz. Maalesef bunun sonucu bizi bir dizi suçlamaya götürür. Suçlama bizi rahatlatır, her şeyin düzeleceğine engel olmaya çalışan bir kötünün var olduğu hikayesini dinlemeye can atarız. Bu kötüyü yenersek kötü giden her şeyin düzeleceğine inanırız.
Yazara göre iki tür günah keçisi vardır: biri, ‘bilinçsizce yaratılmış, tutkularımızı ve anlayışsızlığımızı ifade eden, suçlu olduğuna herkesin inandığı günah keçileri; diğeri, suçu kendi üzerlerinden atmak isteyenler tarafından bilinçli olarak yaratılmış günah keçileri.”
M.Ö. İnsanlar tüm kötülüklerden kurtulmak, günahlardan arınmak için farklı türlerde hayvanlar kurban etmiş, hatta suçlu gördükleri hayvanları mahkemeye çıkarmışlardır! Orta Çağda tüm evcil hayvanların, evde işlenmiş her türlü suçta suç ortağı olarak muamele görmesi gerektiğini söyleyen eski bir Alman yasası bile vardır.
Hayvanlar kendilerine karşı işlenmiş bir suç yüzünden de cezalandırılabilmektedir. Bir adam hayvanla ilişkiye girmekle suçlanıyorsa, hem o hem de ilişkiye girdiği hayvan yakılabilmektedir.
Yahudilerin her şeyin sorumlusu ilan ettiği keçiyi öldürmeleri ile de “günah keçisi” nosyonu ve ritüeli ortaya çıkmıştır. İlk önce hayvanlara yüklenen “günah” Kralların tahakküm gücünü ve iktidarını korumak için keşfettiği yeni bir yöntemle insana evrilmiştir. İnsan artık en kullanışlı ve halkı iknaya en elverişli kurbandır. Kral yenilgisini paylaşmak için günah keçisini yaratır. Bir “mazlum” keşfeder ve bu mazlum bütün felaketlere neden olmaktadır. Bu mazlum öyle bir noktaya gelir ki, öyle güçlenir ki, -tabii ki fiziksel ve krala eşdeğer iktidar gücü değildir- aslında kralın
karşısında güçsüzlüğüyle mutlakiyet kazanır. Düşmanlarına böylesi bir güç atfederek, aslında krallar kendilerini güçlendirir. Düşmanları hakkında bir korku yaratırlar ve bunu kendi güçlerini arttırmak için kullanırlar. Düşmanlarının çok zorlu olduğunu, onların şeytani hareketlerinin üstesinden gelmek için özel önlemlere ihtiyaç duyulduğunu ileri sürerek, hukukun ve adaletin gereklerini pas geçme gücüne sahiptirler. Böylesi bir durumda normal kurallar uygulanamaz. Bu durum tarih boyunca devam etmiştir; 15. yüz yılda Katolik Kilisesi'nin cadı avı başlatması,
Yahudi soykırımı, George W Bush’un11 Eylül sonrası teröre savaş açıp şüpheli El Kaide teröristleriyle hesaplaşmaya giriştiğinde, Cenevre Sözleşmesi'nin büyük bir bölümünü ihlal etmesi örnekleri verilebilir.
Büyük cadı avları Almanya'da, İsviçre'de, kuzeydoğu Fransa'da ve güney Hollanda'da gerçekleşmiştir. 1580 ile 1650 yılları arasında cadı avı çılgınlığı doruk noktasına ulaşmış, 16. yüzyılda cadılar için yakılan ateşler tüm Fransa'yı sarmıştır. Sayıları on binlerin üzerinde büyücü ve cadı ilan edilen kadınlar asılmış ve azımsanmayacak sayıda kadın da kazıklara bağlanarak diri diri yakılmıştır. McCarthy döneminde de anti-komünist cadı avı başlatılmıştır.
Kitapta tüm bu örnekler ayrıntılı bir şekilde aktarılmıştır.
Zaten tarih, “insanların birbirinin canavarı” olduğu sayısız örneklerle doludur.
“Önce, suçlama vardı. Adem Havva'yı suçladı, Havva yılanı. Biz de o zamandan beri bununla uğraşıyoruz. Hareketlerimizin sorumluluğunu kabullenmeyi reddetmek bizim ilk günahımız.”