İmparatorluğun büyüklüğünün ve halklarıyla inançlarının çeşitliliğinin kaçınılmaz bir sonucu, hukuki çoğulculuktu. Şüphesiz uzak kırsal yerleşim yerlerindeki köylüler ve aşiret mensupları, işlerini idare ederken ve anlaşmazlıklarım çözerken mahkemelere ya da hükümet görevlilerine başvurmaktan çok köy ya da aşiret geleneklerini kullanıyorlardı. Hıristiyanlar ve Yahudiler cemaat içi işlerin hallinde papazların ya da hahamların gözetimi altında belirli bir özerkliğe sahiplerken, Müslümanlar Müslüman mahkemelerine başvuruyorlardı. Toprak mülkiyeti ve vergilendirilmesindeki feodal uygulamalarda bölgesel farklılıklar da mevcuttu. İmparatorluk, genişleme döneminde, feodal gelenekleri genellikle sonraki Osmanlı hukukuna iliştirilmiş olan, çok sayıda prensliği ve krallığı içine almıştı. Osmanlı hukuk uygulamasına bütünlük kazandıran, sultanın otoritesiydi. İster Müslüman kadılar, ister Hıristiyan papazlar, hahamlar ya da seküler yöneticiler olsun, hukuk gücünü kullananlar, imparatorluktaki tüm yetkenin kendisinden neşet ettiği sultanın onları atamasından dolayı bunu yapabiliyorlardı. İmparatorluktaki her kasabanın, İslam hukukunu icra eden ve mahkemesi her dinden kişiye açık olan bir Müslüman kadısı vardı.