Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

150 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
35 saatte okudu
Ferrante ile yeniden
1,5 yıl aradan sonra Ferrante ile yeniden buluşma. Anlatımda çıplaklık deyince aklıma gelen ilk isim elbette Annie Ernaux. Fakat Elena Ferrante ile tanışmamız Ernaux’ dan da önceye dayanıyor ve bu denli yalın ve çıplak bir anlatımı ilk onda keşfetmiştim. Yani Napoli romanlarını okurken. Yaklaşık 3000 sayfalık seriyi soluksuz bitirmiştim ve hayatım bir daha eskisi gibi olmamıştı. Ferrante okumak demek, olayları, olguları, insanları iliklerine kadar apaçık bir şekilde görmek demekti. Bu kitap için Napoli romanlarının çıkış noktası diye bir cümle kurulmuş. Bu ifadeden tam olarak ne anlam çıkarmam gerektiğini bilmiyorum, bu yüzden ben kendi yorumumu yapacağım. İlk Yayın tarihine bakılırsa Napoli romanlarından sonra yayınlanmış bir eser. Bu durumda şu cümleyi kuracağım; yazarın sanki ifade etmek isteyip de unuttuğu bir kaç duygu kalmış ve bu kitabı yazarak onları da dış dünyaya salıvermiş. Kitap birebir Napoli dörtlemesinin yaşattığı hissi yaşatıyor, sanki ordaki duyguların bir özeti bir hatırlatıcısı gibi. Yani yazar yeni bişey ortaya koymamış, kelimenin tam anlamıyla kendini tekrarlamış. “Kendini tekrarlamak” deyiminin kulak tırmalayan bir tınısı olsa da Ferrante’de bunu görmeyi seviyorum. Bir ömür benzer şeyleri söyleyip dursa, bir ömür oturur okurum. Çünkü bir insanın içi resmetmekle bitmez, yaşadıkça yeni renkler çıkar ortaya, desenlerin şekli değişir durur. Ferrante tam olarak bunu yapıyor, kahramanların içini olduğu gibi dışına çeviriyor ve başlıyor anlatmaya. Gelelim kitaba. Eşinden boşanmış iki kız annesi 48 yaşında Akademisyen bir kadın Leda. Kızlarını Kanada’ya babalarının yanına göndermiş, yalnız yaşamaya başlamış, hayatını kariyerini kendi halinde yürütmekte olan bir kadın. Bu yaşamöyküsü Napoli dörtlemesini okuyan biri için hiç de yabancı değildir. Leda bir yaz tatilinde yunanistanda bir tatil köyüne gider. Kumsalda karşılaştığı Napolili bir aile ile yer yer aktif yer yer pasif süren ilişkisi Leda’yı geçmişine bir yolculuğa çıkarır. Aileye ve kendi geçmişine dair detaylarda çokça Napoli serisine göndermeler vardır. Aile olmak, kadın olmak, annelik, kariyer ve tüm bunları genç bir annenin aynı anda yürütmeye çalışması.. yılgınlıklarını, annelik hissiyatının ondaki iniş çıkışlı halini, yürütmeye çalıştığı şeyler yüzünden potansiyelini tam olarak gerçekleştirememesi ve bunun onda yarattığı eksiklik duygusu. Ferrante tüm bunları öylesine kusursuz tasvir ediyor ki, toplumun bir kadına dayattığı kalıplara şaşkınlıkla bakıyorsun ve soruyorsun ;”peki hiç kadına sordunuz mu sen ne istiyorsun diye?” Aile kurumunun varlığına inceden bir eleştiri yöneltiyor yazar, tıpkı Napoli dörtlemesinde yaptığı gibi. Hele o tatilde, iş seyahatinde arada derede, “evli” insanların, sadakat yükümlülüğü diye bir şey yokmuşcasına yaşayıverdikleri cinsellik kaçamakları. İtiraf etmeliyim ki bu kısımlardan son derece rahatsızlık duyuyorum. Benzer bir şeyi Annie Ernaux’un eserlerinde, Tovi Ditlevsen’in Kopenhag üçlemesinde de görüyoruz. Perdenin arkasına bakmak, yaşamın gerçeklerine tanıklık etmek zor, ne diyeyim. Öte yandan annelik kavramına bir bakış atıyoruz. Hamileliklerinden bahsederken, annelik hakikaten kutsal mı dedim kendi kendime. Her kadın bu olguyu tüm kalbi ile coşku duyarak mı taşımalı? Taşıyabilir mi ya da? İkinci bebeğine hamileliğini tasvir ederken, içimde büyüyen bir kan irin torbası şeklinde bir ifade kullanıyor. Toplumda hiç bir kadından böyle bir ifade duyamayız sanırım, toplum böyle bir cümle kurmaya izin vermez. Ama edebiyat verir. Ve ben öğreniyorum ki her kadın bu olguyu sonsuz bir huzur ve derin bir sevgi ile taşımıyor. Leda’yı bu duygulara iten şey de bir noktada kendini kariyerinde ve ailesi dışındaki sosyal hayatında da varlık kazanma mücadelesi. “Çocuklarımın babası kıtadan kıtaya uçuyor, hayata ve kişisel hedeflerine dair hiç bir şeyden geri kalmıyor, bense ayaklarımda pranga gibi çocuklarımın sorumluluğunu taşımaya çalışmaktan hiç bir şeye yetişemiyorum.” Kadın olma gerçekliği diyorum sadece. Fazla söze gerek yok. Duygusal sondajların çok başarılı olması bir yana; tasvirlerin canlılığı insanı birebir romandaki mekanlara götürüyor. Ferrante bu konuda tartışmasız çok başarılı. Napoli serisinde de görüyoruz bunu. Roman boyunca mahallede, Pisa’da, Floransa’da, Milano’da her yerde bulunuyorsunuz, sanki İtalyalı oluyorsunuz. Bu kitapta da kahraman ile birlikte yunanistan sahilinde kısa bir tatil yapıyorsunuz. Muhteşemsin Ferrante. Hayatımı değiştiren o kadar çok yazar ve eser var ki şu edebiyat dünyasında; şu cümleyi sık sık kuruyorum: acaba sana rastlamasam nasıl bir hayatım olurdu? Bunu derin cümleyi sorgulamayı en çok hak edenlerden birisin. Acaba sana rastlamasam nasıl bir hayatım olurdu? Bana cesur olmayı öğrettiğin için çok teşekkür ederim
Karanlık Kız
Karanlık KızElena Ferrante · Everest Yayınları · 2021568 okunma
·
1 artı 1'leme
·
136 görüntüleme
Sᴇʀʜᴀᴛ ✓ okurunun profil resmi
👏🏻👏🏻👏🏻💐
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.