Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Ettik o kadar ref'-i taayyün ki Neşatî Ayîne-i pür-tâb-ı mücellâda nihânız Hz. Musa Tûr Dağında Rabbini görmek ister. İşittiği cevap şudur: "Len teranî!" Beni göremezsin. “Fakat şu dağa bak, eğer yerinde durabilirse beni görürsün” Dağ tecelliye dayanamaz, paramparça olur. Hz. Musa düşer bayılır. Ayıldığında şu sözleri işitiriz: "Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, sana tövbe ettim; ben inananların ilkiyim." Mahv ve sahv kelimeleri belirir burada. Mahv, Hz. Musa'nın düşüp bayılmasıdır. Sahv ise kendine gelmesidir. Taayyün vuku bulduğunda akıl örtülür, kişi kendini yitirir. Bu mahvdır. Akıl tekrar yerine geldiğinde gizlenen şeyin ne olduğunu ve gizlenme nedenini öğrenmiştir. Bu ise sahvdır. Bediüzzaman şöyle nidâ eder: "Ey şiddet-i zuhurundan gizlenmiş ve ey azamet-i kibriyasından tesettür etmiş zat-ı akdes" Rahmet olarak şiddet-i zuhurundan gizlenir ve tesettür eder. Biz ayineye ve ayine edindiği varlığa baktığımızda şiddet-i zuhurunu hatırlarız. Neşatî'nin şiirine dönüyorum: Nihân olmak ile görünmezlik kastedilmiyor, nihân gizli mânâsına. Nihân oluş aynanın sırrına vâkıf olmak demek. Şöyle söyleyeyim ilk mısradaki taayyünün derecesidir nihân olmak. Şiddet-i zuhurundan gizli gibi görünmek, halbuki her yerde âyân olan, taayyün eden O'dur. Buna vahdet-i şuhud diyen de var. Farîsî bir ifade çok hoşuma gidiyor. Heme ûst (همه اوست) değil, Heme ez ûst (همه از اوست). Yani her şey O değil ve fakat herşey O'ndan! Es'ad Erbilî'nin çok sevdiğim bir beyiti ile bitirmek istiyorum. Hz. Nebi'ye yazılmış bir şiirdir. Tecellâ-yı cemâlinden habîbim nev-bahâr âteş! Gül âteş, bülbül âteş, sünbül âteş, hâk ü hâr âteş! Sükût hızıyla geçtik, şiddet-i zuhûr iğnesinin deliğinden...
·
134 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.