Manastırın gerçeklikle bağları ne kadar zayıfsa, Katolik kilisesi de gerçeklerden bir o kadar uzaktı. Anlaşılması güç öğretileri, trigonometri, pantolonunuzu ütülemekte ne kadar işinize yarayabilirse, günlük hayatla ancak o kadar ilişkilendirilebiliyordu. Büyü gibi son derece sınırlı bir sistemdi, fakat sanrıların sıradışı berraklığı dışında kendi içinde tutarlıydı da. Katoliklik iyi davranışlarda bulunmaktan çok, buhurdanlıktaki kömürü kor halde tutmak ya da manastırdaki bir sonraki elli yılınızı nasıl geçireceğinizi düşünmekle ilgiliydi. Yardımseverlikten çok mumların yanması önemliydi. Dindar ve yüreksizdik, dediğimiz dedik ve cimriydik, son derece arı yaşıyorduk ve birer pagandık. Kilisenin öğreti sisteminde, çılgınca bir kesinlik vardı, tıpkı Everest Dağı'nın yüksekliğini 8, 882 metre olarak veren o coğrafya ders kitapları gibi ya da dünyanın köhne bir yerinde bir trenin saat 11.30'da kalkacağını bildiren bir zaman çizelgesi gibi. Matematiksel hesaplamaları kusursuz olan bir ruh çözümlemesini anımsatıyordu, fakat sizi bir binanın otuzuncu katındaki pencere kenarında gezdiriyordu. Kimileri için bu, yazın kuramının mantıklı bir tanımını oluşturabilir.