Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

216 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
"Evveli Şam, ahiri Şam!" lanetini kırmayı düşlemek...
Füruzan'ın (Feruze Çerçi) 11 Şubat'ta aramızdan ayrılmasıyla gündem olması, Türk yazınından son zamanlarda ne kadar kopmuş olduğumu fark ettirdi. Vefatına kadar ki tüm yaşamında oluşturduğu eserler ve o karizmatik duruşuyla birlikte aldığı birçok ödülle de klasikleşen bu önemli yazara da aktüel okuma listemde yer vermeye karar verdim. Geçenlerde yaptığım Balkan gezim üzerine nasıl bir etki bırakacağı merakıyla da bu kitabının içine dalıverdim. Yugoslavya'nın parçalandığı günlerde savaşının da ta içlerine kadar giden Füruzan, incelemelerini işte bizim eski Rumeli'nin dört bölgesine göre ayırmış: Bosna-Hersek, Makedonya, Karadağ yani Yugoslavya, Bulgaristan, Yunanistan... 1975'te Türk Dil Kurumundan ödül aldığı 12 Mart dönemini anlatan o meşhur '
47'liler
47'liler
' eseri kadar edebi olmasa da 90'lı yıllarda yerel gazetelerde gezi-röportaj olarak tefrika edilmiş bu 'Savaş Muhabirliği' çalışması bir çok açıdan takdire hakikaten şayan! Genç Le Corbusier'in İstanbul'u kastettiği o meşhur "Silüeti olan dünyadaki tek şehir!" mottosunu açımlamasıyla başlatıyor kitabını. Aynı silüetin Üsküp'ten başlayarak bizim işte o eski Rumeli illerine; bizim işte o Osmanlı-Türk taş oymacılığıyla süslü saat kuleleri, taş kemerli kamu yapıları, köprüleri, camileriyle akıp gittiğini kitabın genel olarak aurasında da hissettiriyor. Eserinin gayet ulusalcı biçiminin tinini oluşturan bu mimari ile tarihi iz vurgusu; Yunus Emre'den Homeros'a şiirler, yöresel mitolojik alıntılar, tarihi anekdotlar ile edebi bir boyut da kazanıyor. Herhangi bir tefrika yazında rastlanmayacak şekilde yazarın kendi özgü dilini bir toplamada hiç kesintisiz aynı nüansta yansıtabilmesi de ayrı bir sanat, ayrı bir uğraşı... Her bölgedeki birçok kişiyle yapılan röportajlara gelince; ideolojide her kesime nesnel ve eşit olarak yer verilirken etnisitede çoğunlukla Türk ya da Türk asıllı olmalarına dikkat edilmiş. Yazarın tüm bu çalışmasının gidişatı, eski Yugoslavya'daki Türkler için; iç savaş ve İkinci Dünya Savaşı dönemlerine göre Tito döneminin en mutlu olunan dönem olduğuna doğru biz okuyucuları yöneltiyor. Fakat özel mülkiyetin Tito sosyalizminde sınırlandırılması Osmanlı maddeciliğinin ana unsuru olan toprak sahipliğini tehlikeye atması 8 asırdır böylesine alışık Türk kesimini doğal olarak bir hayli tedirgin etmiş. Öz kimlik olarak ise Türkler ve diğer Müslümanlar, Hırvat-Sırp geriliminin dışında kalmalarıyla Tito döneminde rahat etmişler. Hatta Tito'nun SBKP'den kendini bağımsızlaştırması soğuk savaştaki süper güçlerin etkilerinden de tüm ülkeyi uzak tutmuş olmalı. Fakat yine de Türkler ve diğer Müslümanlar siyaseten kendilerini geliştirememişler ya da geri bıraktırılmışlar. Ayrıca tarih incelendiğinde görülen odur ki iç barış için belki; Sırplara verilen ödün-Tüm Yugoslavya birliğinin ağır sanayisinin kendilerinde olması ödünü- parçalanma sonrasındaki ülkeler arasında güç dengelerinde orantısızlığa yol açtı ve hazırdaki silah sanayisi ile Sırplar önce Hırvatları sindirdi ve belki daha da gözlerini korkutmak için Bosna'da katliamlara başladı. Denize kıyısı olan Slovenya'nın bu saldırılardan burnunun bile kanamadan çıkmış olması Yugoslavya döneminde siyasi iç birlik/dış bağlantılar ve istihbarat gücü olarak gelişebilmelerine bağlanabilir öyle ki bir meydan savaşında kendine güvensiz Sırpları açıkçası korkutmuşlar. Tito zamanı Müslümanların üst kademelerde yer tutamayıp bu yüzden sonradan üstten etkin olamamaları bu derece bir felakete yol açmış olmalı. Sosyalist rejimde işçi sınıfı olarak sendikaların güvencesinde olmanın rehaveti ile kandırıldıkları bu yüzden depolitize olup yönetime heveslerinin sönümlenmesi ile iktidar kayıpları tüm bu röportajlar gidişatınca düşündürülüyor sanki. Öyle bir rehavet ki bu; hem düşünsel hem eylemsel tembelliğin üzerine de yoğun dış göçler -kaçışlar- ile geride ne bir siyasi birlik kalır ne de kültürel bir birikim. Eski Osmanlı muazzam estetiğindeki şehirleşme ve sanatının yeniden üretilebilmesinden hatta restorasyonundan da değil; muhafazasından bile bahsedemiyoruz burada.. Bulgaristan'da ise krallık döneminde iş birliğinde bulunulan Nazilerin çalışma kamplarına Türk kesiminin gönderilmesine kadar ağır zulümler olmuş. Tito rejiminden farklı olarak SBKP'ye göbekten bağlı Bulgaristan'ın sosyalist dönemi başlarda iyi iken Sovyet revizyonizmin olduğu son dönemde devlet eli tarafından yürütülen; geri kalmışlık bahane edilerek isim değiştirmeye zorlama faaliyetleri halkı yıldırmış. Türkiye'nin göç kabul etmesi ise işin iyice tuzu biberi olmuş ve yoğun göçlerle ülkede büyük bir Türksüzleşme yaşanmış. Öyle ki Filibe'nin Safranbolu'yu aratmayan eski Osmanlı evlerine bile Bulgar Rönesans'ının mimarisidir yaftası yapıştırılmaktaymış. Osman Paşa gibi her iki taraftan da saygı duyulan tarihi kişiliklere rağmen ülkenin kuzey kısımlarında Tuna boyundaki Plevne gibi kentlerde Osmanlı mimarisinin ise erozyona uğratıldığı, Türk tarihinin silinmeye çalışıldığı anlatılmakta. Yunanistan'da ise, nedense sürekli olarak sivil polis tarafından takip edilen Füruzan, oranın Türklerinden Pomakların üzerinden; "Yunan asıllı Müslümanlar" olarak devlet eli tarafından propagandaya alet olmaları konusuyla karşılaşıyor. Röportajlarda rastlanılan -diğer bölgelerden farklı- siyasi olarak oldukça başarılı Dr. Sadık Ahmet ve arkadaşları gibi bir kaç Pomak Türkü figürü yüreklere su serpiyor hatta Yunanlıların siyaseten sınfta kalmalarına neden olan Yunan iç savaşı olgusuna değiniliyor. Bu savaştaki sol-sağ çatışmalarının şiddetinin boyutu hakkında Türk-Yunan birlikteliğini savunan profesör
Dimitri Kitsikis
Dimitri Kitsikis
'in görüşlerine yer veriliyor, oradaki yaşlı Türklerdense o dönemki tanık oldukları olaylar anlatılıyor. Kaba hatlarıyla burada en fazla, karikatürize edebildiğim bu eser oldukça dolu, ayrıntıda daha bir çok yer ve şahıs isimi barındıyor. Bosna kadınlarının uğradığı zulüm anlatılırken Füruzan'ın daha önceki eserlerinde de rastladığımız kendine özgü o feminizm gözlüğünü takmış. Köylerdeki kuşak çatışmalarından bahsedilirken; dini konulardan daha varoluşcu ya da aydınlanmacı olana, metafizikten daha fiziksel olana dek felsefi ve politik görüşlerin; öğretmen, müftü, devlet adamı gibi eğitimli kesimlerce tartışılmalarına da yer veriliyor. Aslında bölgedeki gittikçe azalan Türk varlığının bu renkliliğinin ve gün görmüşlüğünün hatırına da bir an önce sahip çıkılıp maddi manevi yerinde korunması gerektiği kanaatine varıyoruz. Aynen, meşhur Osmanlı romancılarından
Filibeli Ahmed Hilmi
Filibeli Ahmed Hilmi
'nin şu lanet "Evveli Şam, ahiri Şam!" karamsarlığını kırmayı düşlediği gibi...Yalnız Bosna'daki tarihi eser ve kültürel hazine; Mostar Köprüsünün Sırplar ve Hırvatlar tarafından yıkılması ve daha da üzerine yapılanlar Nazilerden bile beter bir yozlaşma ile karşı karşıya olduğumuzu göstermekte maalesef...Öncekilerin en azından tarihi eserlere saygıları vardı! Bu arada köprü restore edilip 2005'te UNESCO tarafından koruma altına alınmıştır...
Balkan Yolcusu
Balkan YolcusuFüruzan · Yapı Kredi Yayınları · 2018104 okunma
·
74 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.