Okuduklarımın çoğu, sadece gözlerimin önünden akan, kayıp giden yazı dizgeleriydi. Aklım almıyordu; alır gibi olanları da, biraz sonra kafamı tamamen karıştırırken buluyordum. Okuduklarım huzursuzluğumu artırmaktan başka bir işe yaramıyordu. Her kelime, bir dipsiz mağaranın girişi gibiydi. Açlığım okudukça azalırken, aynı zamanda çoğalıyordu da. Okudukça ne kadar az bildiğimi fark ediyordum. Ne kadar acıkmış olduğunu yemeğe oturunca anlayan adam gibi. Üstelik nereden başlayacağımı kesinlikle bilemiyordum. Ağır konular okumak istiyor, ama kısa süre sonra kendimi bir macera romanının kollarında gezerken buluyordum. On sayfa teorik bir şey okusam, üstüne üç tane roman okumak istiyordum.