Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Türk Ordusu Kıbrıs'ta: 20 Temmuz 1974 sabahı Türk ordusu, havadan ve denizden Kuzey Kıbrıs'a girer. 22 Temmuz akşamı, Türk hükümeti ateşkes kararı verir. 14 Ağustos 1974 sabahı Türk ordusu ikinci harekâtı başlatır. Atila Hattı olarak belirlenen sınırda durulur ve Kıbrıs adasının % 38'i Türklerin eline geçmiş olur. Birinci harekâttan iki gün sonra yazdığı 22 Temmuz 1974 tarihli "Türk ve Rum" başlıklı yazıda Atsız, Türk ordusunun kara, deniz ve hava kuvvetlerinin örnek iş birliğiyle Ada'ya çıktıklarını belirttikten sonra şunları söyler: "Kıbrıs davası er geç bir çözüm yoluna girecektir. Nasıl gireceğini bilemiyoruz. Çünkü bizim için Kıbrıs davasının çözümü ancak Kıbrıs'ın Türkiye'ye katılmasıyla mümkündür. Bugün bu kadarı olamayacaktır ama Türklük ülküsüyle yetişen bir gençlik var ki onlar yarın bu ülküyü gerçekleştirirler." (Ötüken 128, Ağustos 1974: 3). İkinci harekâttan bir gün sonra da ikinci yazısını yazar: "Kıbrıs Konusu". Bu yazıda da Atsız işin ancak savaşla çözülebileceğini belirtir (Ötüken 129, Eylül 1974: 3). Atsız mektuplarında da Kıbrıs harekâtı hakkındaki görüşlerini belirtir. 23 Temmuz 1974'te Gökhun'a yazdığı mektupta Atsız, ilk harekât hakkındaki düşüncelerini açıklar: "Kıbrıs meselesi uzayacak. Yunanlılar yine kamuoyu kazanmaya başladı. Perde arkasında neler olduğunu bilmiyoruz ama Yunanlıların yaptığı katliamları bahane ederek Magosa'ya kadar gidebilirlerdi. Gerçi Yunan askeri pek üstündü ama maneviyatları bozuktu. Bekleyelim. Göreceğiz. Bu kadarı bile, yıllardır süren uyuşukluğa son verdiği için makbuldür." (Hacaloğlu 2013: 311-312). 24 Temmuz'da Hacaloğlu'na yazdığı mektupta da ilk harekâttan bahseder: "Kıbrıs işi başarıyla bitti ama beni tatmin etmedi. Tabii bunu, hakikî şartları ve durumu bilmeden söylüyorum. Zannedersem Ada'ya çıkan kuvvet az. Kissinger, gazetecilerle yaptığı konuşmada, Ada'da 6000 Türk olduğunu söyledi. Rumlara göre çok az olduğu ve Girne bölgesi çok sarp olduğu için üç günde ancak bu kadarı az şey değildir. Bir de dışarıdan ne gibi tehditler yapıldığını bilmiyoruz. Bununla Ecevit'in itibarı arttı diyorlarsa da, işi asıl yapan ordudur ve Ecevit, ister istemez, orduya uymak mecburiyetinde kalmıştır." (Hacaloğlu 2013: 313). İkinci harekâttan da Atsız çok memnun değildir. Kardeşi Nejdet Sançar'a yazdığı 24 Ağustos tarihli mektupta şöyle diyor: "Rumlara kinim büsbütün arttı. Kırma mermiyle... üç yaşındaki çocuğu, annesine sarılmış olduğu hâlde öldürdüler. Küçük çocuğun renkli fotoğraflarını görünce, çocuklar gibi, hüngür hüngür ağladım. Kıbrıs harekâtı gönlümce bitmedi. İşi uzatarak hızımızı kesiyorlar. Göreceksin: Bir miktar gevşeyecek ve taviz vereceğiz. Haçlı ruhu diri. Bizim millette de savaş ruhu biraz canlandı." (Hacaloğlu 2013: 318-319). Atsız'ın yazıları ve eserleriyle büyümüş genç bir edebiyat doktoru 19-20 Temmuz 1974 gecesini, eşi ve birkaç arkadaşıyla birlikte Kazakların efsanevi lideri Ali Bek Hakim'in evinde geçirmişti. 20 Temmuz sabahı erkenden uyanmış, evin balkonuna çıkmış, Salihli'nin temiz havasını ciğerlerine çekiyordu. Sabahın sessizliği birden radyolardan yükselen bir sesle yırtıldı. Türk ordusu Kıbrıs'a asker çıkarmıştı. Salihli'nin sokak ve caddeleri sessizce ağlıyor gibiydi. Genç edebiyat doktoru hüngür hüngür ağlıyordu. Az sonra balkona doluşan arkadaşları ve Türkistan Türkleri de hüngür hüngür ağlıyordu. O gün Tahran'da vakit birkaç saat ilerideydi. Adını Güney Azerbaycan'ın kutsal dağı Savalan'dan alan orta yaşlı şair, eşini ve çocuklarını uyandırmış, “bugün bizim için bayram" diyerek ailecek bayram alışverişine çıkmıştı. Rumların katlettiği anne ve çocuklarının resimlerini gören Atsız da hüngür hüngür ağlamıştı. 20 Temmuz'u izleyen günlerde askerlik şubelerinin önü dolmuştu. Türkler asker olmak ve Kıbrıs'ta savaşmak için sıraya girmişlerdi. Atsız'ın millî ruh dediği böyle bir şey olmalıydı.
31 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.