Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

KENDİNİ ÖZLEMEK
Aslında insan, fark etmeden de olsa en çok kendini özler. Ben özlemi, öylesine derindir ki insanın, yaşadığı anın yani şimdiki zamanın içinde bunu tatmin edebilmesi için çok ciddi bir farkındalığa sahip olması gerekir. Eğer bu farkındalığımız yoksa andan tat almamız çok zordur. Bu yüzden beklentilerimizi ve umutlarımızı geleceğe yöneltiriz. Gelecekte ideal benliğimize kavuşacağımızı hayal ederiz. Bir süre sonra kendimizle baş başa olduğumuz halde kendimize ulaşamama durumu, bize yılgınlık vermeye başlar. Çünkü zaten yanında olan birini özlemek, acı verici bir çelişkidir. İşte tam burada insan, yüzünü geçmişe çevirir. Bu yüzleşmenin adı nostalji diye biliniyor şimdilerde. Şahsi gözlemlerime göre de bu aralar çok revaçta olan bir duygusal fenomen haline geldi. Nostaljinin günümüzde çok popüler olmasını anlayabiliyorum. Çünkü nostalji, soğuk geçirmeyen ve kırılma korkusu duymadığımız bir pencereden geçmişi seyretmektir. Acısı çoktan sindirilmiş anılarla karşılaşmak, çoğu insanın ruhunda hoş bir tat bırakır. Şu anda geçmişe nispeten daha az zorluklarla birlikte daha fazla güzellikleri yaşıyor olsak bile, geçmişteki acıları tükettiğimiz için geçmişin haz aldığımız kısımları daha bir cazibeli gelir bize. İşin özünde değerimizi kendimize hissettiremediğimiz şimdiki zamandan ve gelecekten kendimizi kaçırma çabasıdır. Özellikle belirli bir yaşın üzerindeki insanlar, yakın dönemi unutup uzak geçmişi en ince ayrıntısına kadar hatırlamaya ve dillendirmeye başlarlar. Bence bu durum, insanın tükenmeye karşı gösterdiği bilişsel bir reflekstir. Hem kendine hem etrafına "Bitmeyeceğim, bak ben buydum. Şimdiki gibi amaçları seyrelmiş biri değildim. " demektir. Daha genç yaştaki insanlar da bu durumu yaşarlar fakat hayatın akışına kapılıp kendilerini ihmal ettiklerinden veya kendilerine merhamet göstermediklerinden bunu dillendirmekte zorlanırlar. Benliklerinin özlenmeye layık olmadığı, yetersiz olduğu düşüncesi de maalesef günümüz insanlarının çoğunda bulunuyor. İşin aslında nostalji kelimesi ilk ortaya çıktığında, geçmişe dönme isteğinden kaynaklanan keder olarak algılanmış ve patolojik bir sorun gibi görülmüş. Süreçteyse geçmişe özlem duymak olarak romantik hale getirilerek sorundan ziyade iyileşmeye zaman ayırma noktası olarak görülmeye başlamış. İnsanın kendi kimliğine bir göz atma eylemi halini almış. Geçmişten kaçan insan tipinin yerine geçmişten korkmayan, geçmişle barışan insan tipi koyulması daha onur verici bir durum olarak görülmüş. İşte tam da bu algı sayesinde insanlar artık daha kolay ve daha sık nostalji yapma eğilimindeler. Artık insanın kendisiyle hasret gidermesi, günde dünü yaşamak olarak kamufle edilmiştir. Mahrumiyetle samimiyet arasında bir çizgi haline gelmiştir. Çabasız bir geri dönüşü ve vuslatı bizlere sunmuştur. Bu yüzden bazı eski eşyaların fotoğraflarına bile denk gelsek hemen duygusallaşırız. Tüketilmiş nesnelerimiz, zamanla yoğrulduğunda hatıralar haline gelip benliğimizin parçalarına dönüşmüştür. Artık geçmişe ait bir eşya, bir fikir, bir olgu kendi öz varlığından ziyade bizim zamana karşı durmuş bir parçamızdır. Kıymetlidir ve kendimize değer vermemizin gizil bir yoludur. Özellikle hız çağında insan, ne kadar sevilirse sevilsin ne kadar övülürse övülsün kendi kendine ilgi göstermediği sürece boynu bükük kalıyor. Zamanın hızı ve dünyanın zorlukları karşısında koşturmaktan, çalışmaktan ve endişe duymaktan insan, kendisinin de bir ananın kuzusu olduğunu unutmak zorunda kalıyor. Hayata karşı sert bir kabuk oluşturup önünde sonunda kırılmaya mahkum yaşıyor. Nostalji üzerine biraz düşününce Paris'te Gece Yarısı filmini tekrar izlemek isteği içimde uyandı. Romantik tonların, ana konunun koşuşturmacasını bölüp yavaş yavaş arka planda ilerlediği filmleri izlemek beni biraz sıkıyor olsa da bu es vermeler sayesinde zihnimde biraz iç konuşma yaşama fırsatı bulabilirim. Sanırım bu aralar herkes gibi benim de kendime olan hasretimi dindirmeye ihtiyacım var. Bunu yapmanın farklı yollarını keşfetmem lazım.
·
1.670 görüntüleme
İbrahim Cihangir okurunun profil resmi
Zihin açıcı bir konuya girizgah yapmış Çağrı hocam. Yunus Emre " bir ben vardır benden içeru " derken neyi kastediyor? Ruh mu o ben ki; görünen ben'e yön tayin eden? Yoksa görünen ben'in iradi kararları mı ruhun rengini belirleyen? Var oluşcu bir bakış ile mi bakacağız hayata yoksa kaderci bir belirleyişle mi? Şu sıralar kayışı kopartmadan esnetme çabalarındayım ki biraz daha hareket serbesiyetim olsun. Ben'i tanımak mı? Tanımlamak mı? Bunu bir bilebilsem. Galiba ben"i bilmek için önce O'nu bilmek gerekiyor. Ben kendimi değil kendim olmayı özledim. Zira o fütursuz, kaygısız kendi varlığına sahip çıkış taaa çocuklukta kaldı ve şimdi o yılları özlemeye nostalji diyoruz. Henüz hiç bir etiketimiz olmadığı yıllar. Şimdi ise çoğunlukla sömürüye dayalı beklenti kaynağından başka bir şey değilmişim gibi hissediyorum. Nostalji hatırlayarak, geçmişe sığınarak bir teselli bulmak ise gelecekte ise unutarak tüm kötü hisleri kendimden vazgeçerek kendim olmayı umuyorum. Buna gücü yetecek olan Allah' tan başka hiç kimseden de ne bir beklentim var ne de bir minnet borcum. Galiba biraz dağınık bir yazı oldu ama şimdilerde ben kendim bizzat dağınığım zaten. Selamlar, iyi geceler..
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.