“Ivan Denisovic’in Bir Günü” romanından sonra Soljenitsin Sovyet hükümetinin sansür konusundaki tutum değişikliğine ve hoşgörüsüne güvenerek “İlk Çember” romanını yayımlayabileceğine inanmıştı ve bu romanı 1955’te Kazakistan’da sürgündeyken yazmaya başladı ve ilk taslağını 4 yıl sonra bitirdi. Bu ilk taslaktaki 87 bölüm (İngilizce versiyonu 96 bölümdü) Soljenitsin’in kendisi tarafından kasten sansürlendi çünkü sonraki kitaplarının Sovyetler Birliği’nde yayımlanmasına zemin hazırlamak istiyordu. Bazı bölümleri çıkardı, bazılarını kısalttı ve kitabın Sovyet karşıtı bölümlerin tonunu hafifletti. Ne var ki roman reddedildi. Romanın yayımlanması bundan sonra bir 10 yılı bulacaktı. 1968’de baskıcı hükümetin kitabını asla yayımlamayacağını düşünen yazar sansürlü baskının batıda yayımlanmasına izin verdi, kitap bu haliyle bile bir şaheser olarak nitelendirildi.
Kitap Moskova açıklarında Mavrino denen bir bölgede geçiyor ve 281 tutuklunun gizli bir bilimsel araştırma merkezinde 24 ila 27 Aralık tarihleri arasındaki zaman diliminde yaptıklarını anlatıyor. Buradaki kamp diğer Sovyet kamplarından farklıdır. Tutukluların yeterli yiyeceği, içeceği, temiz kıyafetleri ve sıcak yatakları vardır. Gulag’la kıyaslandığında cehennemin ilk dairesidir burası. Ellerinde özgürlük yoktur, dış dünyayla temas yasaktır. Sevdiklerinden tek bir mektup almadan yıllarca burada kalmaktadırlar. Şanslı olanlar yılda bir kez eşleriyle görüştürülüyor. Ama yine de cehennemdir sonuçta. Kitabın adında Dante’nin “İlahi Komedya” kitabındaki cehenneme açık bir gönderme vardır. Cehennemin ilk dairesinde masum Hristiyanlar vardır. Burada da masum tutuklular vardır. Aslında ülkenin tamamı Stalin tarafında bir ceza kolonisine dönüşmüş durumdadır. Soljenitsin 1947-1950 yılları arasında Mavrino’da 3 yıl geçirdi. Burası politik, ruhsal ve zihinsel gelişiminde çok önemli etkisi oldu.
Kitaptaki başlıca karakterler: mahkûmlar, gardiyanlar, enstitü müdürleri, savunma bakanlığı müsteşarları, Stalin, 3-4 Rus kadın ve pek çok sönük bürokrat. Karakter sayısı bir hayli fazla ama bunlardan sadece birkaç tanesinin önemli olduğunu anlıyoruz. Olaylar da zaten belli başlı birkaç hükümlü ve gardiyan tarafından anlatılıyor. Aslında burada anlatılan her olay tüm hükümlüler için geçerli. Bir mahkûmun hikâyesi diğer mahkûmların hikâyesinden hiç de farklı değil ve bir süreden sonra olayların kimin anlattığı değil olayların neler olduğunu daha bir ön plana çıkıyor. Zeklerin(tutuklu) hepsi bilim adamı vasfına sahip ve neredeyse hepsi benzer sebeplerden oraya götürülmüş. Stalin’i eleştirmek, hükümet politikasına karşı gelmek ya da aleyhinde söz söylemek hepsinin orada bulunmasının ortak sebebi.
Kitapta belli bir olay örgüsü olmadığı gibi belli bir ana karakter de yok. Parça parça bir anlatım söz konusu. Zamanda ve mekânda sıçramalar bir hayli fazla. Projeksiyon kimin üzerine dönüyorsa ana karakter o oluyor. Bu bazen Stalin, bazen bir tutuklu, bazen insaflı bir gardiyan, bazen de üst düzey bir komutan. Yalnız karakterlerden biri var ki ismini vermemek olmaz: yazarın doğrudan kendisini temsil eden Gleb Nerjin. Bu yönüyle kitap bir nevi otobiyografik bir roman havasına giriyor. Tolstoy’un karakter betimlemesi gibi her bölümün bir ana karakteri var ve bu karakter birkaç bölüm bu şekilde romanı götürüyor, ardından sahneye başka biri giriyor ve ana karakterimiz o oluyor. Bu sayede Sovyet Rusya’nın panoramik manzarasını seyretmiş oluyoruz. Geriye dönüşlerde Moskova ve Rus köylerindeki yaşamın nasıl olduğunu anlıyoruz, bu sayede karakterlerin geçmişleri hakkında da bir takım bilgilere ulaşmış oluyoruz. Kitap ilerledikçe hapishane hayatının tam bir fotoğrafını seyretmiş oluyoruz. Mahkûmların tarih, Rusya ve kendilerini yok eden sistem hakkındaki görüşlerini dinliyoruz. Kiminin eşleriyle olan ilişkilerine de şahit oluyoruz. Pek çok tutuklunun mahkûmiyet hayatı ve mevcut düzene karşı verdikleri tepkiler ve uyum sağlama süreçleri de gerçekçi bir dille anlatılıyor.
Soljenitsin’in Sovyet Rusya hakkındaki görüşleri konusunda tarih bize yanılmadığını gösterdi. Gerçeği herkesten önce görmüş ve tüm korkunç detaylarıyla bunu açığa çıkartabilme cesaretini göstermiştir. Bir yazarı da yazar yapan vasıflardan biri de bu olsa gerek: şartlar ne olursa olsun hakikati dile getirmekten korkmamak!