Flaubert kitabında, siz de incelemenizin son paragrafında içinizi dökmüşsünüz Aslı Hanım:) Çok da iyi yapmışsınız. İsyanınıza katılmamak mümkün değil... Hepimiz zaman zaman düşüyoruz bu tuzağa... Bilgisizlik bir eksiklik olarak algılanıyor. Bu bakış açısını doğru bile kabul etsek, hiç kimsenin bu eksikliği giderme yolunda gereken adımları atmaması ayrı bir çelişki olarak karşımıza çıkıyor. Kaldı ki, bilgisizlik kesinlikle bir eksiklik değildir. Bunu ben değil, fikirlerini bugün bile idrak etmekte zorlandığımız eski zaman filozofları söylüyor. Tek başına, 'Bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir' sözü bile bilgeliğe giden yolun bilgisizlikten geçtiğini açıklayan muhteşem bir örnek... Buna karşın, her konuda fikri olan bu tarz insanların genelde sorumluluk almaktan kaçan, tembelliği, farkında olmadan bir yaşam biçimi haline getirmiş insanlar olması tesadüf değil. Çünkü bu insanların beslendiği kaynaklar genellikle televizyon oluyor. Sabah tv'yi açıyor, 3 kişi oturmuş magazin dünyası hakkında ahkam kesiyor. Gece tv'yi açıyor, 5 kişi oturmuş siyaset hakkında ahkam kesiyor. Başka kanala geçiyor, 2 kişi kendinden emin bir şekilde kutsal kitaplarda aslında ne demek istediğini anlatıyor. Kısacası insanlar taşıma fikirlerle kendilerini ifade etmeye çalışıyor. Bir başkasının fikrini, kendi araştırıp bulmuşçasına başkasına satıyor. Ve o kadar ezber bir şekilde yapıyor ki bunu, ezberlediklerinin dışında bir soru sormaya kalksanız sizi dinlemiyor bile. Cehaletin bu versiyonu böyle yazdırıyor insana işte. Flaubert kitabında, siz incelemenizde ben de yorumda yaz yaz bitiremiyoruz:) Yazmakla da bitmez zaten... Kaleminize sağlık, çok faydalı bir inceleme olmuş... Sevgilerimle...