Mektup yazma eylemine o kadar uzak kalmışız ki insanın aklına bile gelmiyor doğrusu( benim aklıma hiç gelmiyordu açıkçası )
Halbuki samimiyetle, hissederek kağıda dökülen duygular, yeri gelir gözyaşları, o an yazarken içilen kahvelerin unutup kağıdın üzerine bıraktığı izler mektupla özümsenebilir değil mi ?
Hangimiz bu güzel eylemi yapmaya niyetli ve uygulamaya geçme potansiyelinde? Bu kitabı okuyana dek aklıma gelmemişti mektup yazmak, telefonlarla sabit yazı stiliyle mesaj atıyordum ya neden gelsin ki hem sabır da gerektirmiyor tık iletiliyor tık cevap geliyor efendim.Rutinleşmiş sıradan bir eylem…
Mektup illa edebi sözlerle ya ilanı aşk gibi mevzu bahislerle mi olmak zorunda hayır tabiki Cemal Süreya’nın mektuplarını da okuduğumuzda da göreceğimiz gibi sadece samimiyet söz konusu olmalı, içimizden ne geçiyorsa tüm netliğiyle aktarabilmeli. ‘’bugün sabah kalktım, şunu şunu yaptım, sen aklıma geldin yazmak geldi içimden, seni seviyorum diyerek kalbimizdekini serpiştirsek ne de hoş olur .Yaşıyoruz lakin çoğu zaman mekanikleşmiş, duygularımıza kilit vurarak, gurur ve kibirle geçiriyoruz günlerimizi arada durup mola versek bu durumlara da mektup yazsak sevdiklerimize yavaş yavaş esneyerek samimiyetimizi serpiştirsek etraflarımıza..
Kendimden küçük bir kesit paylaşmak istiyorum buradaki ailem olan sizlerle.
''Çocuklardan hayat dersi almak, onlardan çok şey öğrenmek mümkün gerçekten. Ben de kardeşimden çok şey öğreniyorum. Öğrendiğim şeylerden biri de:
Gurbetten eve gelince sımsıkı sarılır abla sana içimden bunu yazmak geldi der elime kağıt tutuştururdu. Yazdığı genelde ‘’abla seni çok özledim seni seviyorum ya da annemle problem yaşadıysa ona karşı söyleyemediği şeyleri kağıda aktarıp sonra bunu konuşalım olur mu yüz yüze diye belirtmesi gibi ‘’
Mesud olurdum okuduğumda, yüzüme tebessümüm yansırdı o da mesud olurdu bunu görünce.
Anneme de yazardı aynı evdeyiz ama yazardı lakin kıymet verdiğimiz şeyler günden güne değişip algımız daraldığı için fark edemeyişlerimiz çoğaldı maalesef buna ben de dahil. Önemsememizden ötürü kardeşim yazmayı bıraktı ,uğraş vermedi , o da teknolojiye ayak uydurdu.''
Bu kitabı okuyunca kalbim acıdı insanın verilen değere karşılık vermemesi ne de acı.. Tekrar kardeşimle yazma meselesini konuşacağım bu vesileyle *-*
Umm hikayem bu kadardı.:))
Kitaba dönecek olursak Erdal Öz’ün mektuba dair naif düşünceleriyle yoğrulmuş, mektubun samimiyetine dair, Cemal Süreya’nın Onüçüncü mektuplarının yazılış öyküsünü kısaca anlatmasıyla giriş yapmak oldukça tatlı idi.
Cemal Süreya’nın mektuplarında eşine duyduğu sevgiyi her defasında dile getirişi, gün içerisinde neler yaptığına dair samimi ve öz anlatışı, oğluna duyduğu pıtırcık sevgisi,
(bkz: ‘’Piliçleri kestim. Hepsini temizledim. İkisini buzluğa attım. Birini bu akşam bizim hayduda yedireceğim.
‘’Annem nerde?’’ diye soruyor sık sık.’’Annem yerde?’’
-‘’Annen hastanede, iyileşip gelecek.’’ ‘’Ben gidip bütün iğneleri kırcam.’’ ‘’Aferin, oğlum; Nice’ler de çok uslu durdun, çok beğendim seni.’’
- ‘’Çok mu hoşuna gitti?’’ ‘’Çok hoşuma gitti .’’)
gibi sımsıcak cümleler, eşine karşı hitap biçimi, eşini hastane yemeklerini yiyemediği için kendine dert edinmesi,
Basit gibi görünen ama önemsemediğimiz, (bkz: Simit ve çay.. Olsa da beraber içsek ) gibi içli serzenişlerle bezenmiş mektupları okumak keyifli ve duygu dolu idi.
Cemal Süreya’nın ilk kez bir eserini okudum kendisini geç tanımak hüzün verdi ama tanımak da nasip oldu ^_^Duru bir dili var, öz .
İçime mektup yazma eylemi doldurttu bu kıymetli eser. O isteği iyice uyandırıp :D içten gelen duygularımızı kağıda döktüğümüz, değer verdiğimiz insanlara neden biz de göndermeyelim değil mi? İçtenlik çokça mühim efendim.
Esenle kalın. Sevgilerimle.