Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

175 syf.
10/10 puan verdi
·
8 saatte okudu
Merhaba! Merhaba ve elveda! Kitabımı okudum. Muzumu yedim. Suyumu içtim. Kahvemi hazırladım. Sigaramı yaktım. Ve şimdi de incelememi yazmaya başlıyorum. Dostoyevski, adamdır! Etkinliğimize -#28130221 - katılan herkese, selam olsun! Öncelikle kitapta işlenen konunun bende yaptığı çağrışımından bahsetmek isterim. Özet niteliğinde olabilecek bir benzetme yoluyla anlatacağım. İnsan hayatını benzetmenizi isteseler neye benzetirdiniz? Bunu bir düşünün. Kendi cevabımdan gidiyorum. Tren raylarına benzetirdim. Tren raylarının başlangıç ve son noktaları bellidir. Yaşam yolculuğu da tam olarak bu ikisinin arasında geçer. Ancak bu rayların ayrım ve birleşme noktaları da vardır. Tamamen nereden baktığımızla alâkalıdır. Başlangıca girer girmez birleşmeler olur. Ailemizin rayları ile bizimki birleşir. Bu raylar uzunca bir süre birlikte yol alır. Üst üste binmişlerdir. Yolculukta yalnız değilizdir. İlerliyoruzdur. Belli bir süre sonra yol ayrımına gelinir. Ebeveynlerin her biri kendi yolunda gider. Ki bu bitişik de olabilir, ayrılmış da. Kişi de kendi yolunda ilerler. Sonra bu yolculuğuna başka raylar katılmaya başlar. Bunlar arkadaşları, öğretmenleri, işverenleri vs. kısaca algısına giren herkes de onunla aynı yolculuğa başlar. Toplum içinde yaşamanın getirisidir bu. İstesek de istemesek de belli bir süre bazı insanlarla yolculuk yaparız. Kimininki uzun süreli bir birliktelik olur, kimininki kısa süreli olur. Kimisi bu süre zarfında mutluluk verir, kimisi ise acılara boğar. Böyle böyle her ray kadar ihtimal doğar ve yaşanır. Kitaptaki iki ana karakterin birlikte geçirdiği yolculuğu ele alıyor. İkiside tek tabanca gibi ilerleyen yalnızlarken, yolları birleşiyor. Onlar birbirlerinin yol arkadaşı oluyorlar. Hatta öyle bir rotada ilerliyorlarki kendilerine eşlik eden başka hiçbir insan yok. Sadece onlar var. Bu yolculuk esnasında her iki karakterde anı yaşıyor. Yani, ona eşlik eden kişiyi ve bu süreyi en iyi şekilde değerlendirmeye çalışıyor. Geçmişteki yolculuklarının nasıl olduğunu ve onları nasıl etkilediğini, geçmişte kimlerle yolculuk yaptıklarını ve onlardan aldığı keyifler ile acıları, şu anki yolculuklarının güzelliklerini ile çirkinliklerini ve yoldaşlığı getirdiği güç ile zayıflığı vs. uzun lafın kısası, her şeylerini paylaşıyorlar. Bu birlikte aldıkları yolculuk boyunca, neredeyse birbirlerinin her şeyi oluyorlar. Birbirlerine o kadar bağlanıyorlar ki, yolculukları hiç bitmeyecekmiş gibi dalıp gidiyorlar. Sonrasında ise kaçınılmaz son geliyor. Rayların yol ayrımı görünüyor. Tam da burada hayat devreye giriyor. Ray, en baştan beri kendisine ait bir rotada ilerler. Tanıdığımız ve tanıyacağımız herkes, ancak belli bir süreliğine yoldaşımız olur. Yol ayrımı geldiği zaman ne yapacağız? İşte, asıl karakterimiz de burada devreye giriyor. Kısa süreli bu yolculukta eşsiz bir insanla geçirdiğimiz zamanları hatırlayınca; temel olarak, önümüzde iki seçenek beliriyor. 1-) Hayat yolculuğumuzda, bize eşlik etmiş bu insan ile geçirdiğimiz zamanları gülümseyerek ve iyi ki bize eşlik etmiş diyerek mi hatırlayacağız? 2-) Hayat denilen yolculukta, bu eşsiz ve güzel insanla yaşadıklarımızı kaybettiğimiz ve bir daha sahip olamadığımız için, üzülerek ve acı çekerek mi yad edeceğiz? Dostoyevski, iki karakteri bu konuda ayırmış. Biri birini, diğeri ötekini seçmiş. Ben, ilkini seçiyorum. Çünkü, onu hiç tanımamış ve bunları hiç hissetmemiş de olabilirdim. Kattıkları için mutlu olup devam etmeliyim. Ayrıca ben, yola baksam da bakmasam da, devam etmek istesem de istemesem de vs. bana bağlı kalmadan yol almaya devam ediyorum. Zaman... Şimdi de karakterlerden yola çıkarak yorumlamayı deneyeceğim. En sona da alıntılar yazacağım ve düşüncelerimin doğmasını sağlayan etkenleri belirteceğim. Varvara Dobroselova ve Makar Devuşkin. İki karakterimizin arasındaki ilişkide mantığın neredeyse tamamen dışarıda kaldığını görebilirsiniz. Yani Dostoyevski, bu iki karakterin ilişkisi içerisinde hiçbir şekilde mantık parçacıkları girmesin diye uğraşmış. En azından, ben öyle düşündüm. Çünkü duygularımız, düşüncelerimizden daha gerçek ve saftırlar. Hiçbir şekilde varlıkları içeriden de dışarıdan da inkâr edilemezler. Dolayısıyla da yüce bir ilişki içerisinde oluyorlar. Birbirlerine karşı yaklaşımları her zaman içlerinden geldiği gibi olmuştur. Mantık süzgecinden geçirdikleri neredeyse hiçbir eylemsel ve sözsel yaklaşımları olmamıştır. Neden mi böyle düşünüyorum? Fedakârlık. İki karakter de birbirine karşı içten gelen bir fedakârlık ile yaklaşmaktadır. Kendinden önce karşısındakinin iyilik hâlini düşünüp ona göre yaklaşmıştır. Fedakârlığı da mantık çerçevesine sokabiliriz. Karakterin içinde empati ile oluşan hissiyatlar ve düşünceler yoğun olduğu için yapıyor, diyebiliriz. Ancak bunu birkaç kez diyebiliriz. Sürekliliği olan fedakârlıkları mantık çerçevesinde değerlendiremeyeceğimizi düşünüyorum. Alışkanlık hâlinde olsa bile böyle olur. Çünkü yaşanılan sefaletten dolayı, beyin öyle ya da böyle devreye giriyordur. Ancak her defasında duygular tarafından baskılanıyor. Bu sayede, karakterlerimizin ilişkilerinin temelinde olduğu gibi diğer katmanlarında da yoğun bir duygusallık içerisindeler. Ki insanın metafizik gücünün büyüklüğünü burada anlayabiliriz. Beden ve fizyoloji neredeyse tamamen devre dışı kalmış. Sadece beyin sayesinde olmuş. Duygularını ve kendini anlayarak başarılmış. Canlılığın temellerine tamamen zıt yaklaşımlarla, insanın ulaşabileceği en sağlam bağlarla yüce bir ilişki içerisinde olmuşlar. Bence, bu kitabın en güzel anlamlarından biri buydu. Duygularını anlayan ve onlara göre hareket eden bir insan ile ona aynı şekilde yaklaşan bir insanın ilişkisi, diğer ilişki türlerine göre daha kuvvetlidir. Hem kendi gücünü anlamada, hem de insanın ne olduğunu anlamada çok yardımcı olduğunu anlayabiliyor. Uzun lafın kısası, duygusal insan ilişkileri > mantıklı insan ilişkileri. "Bana yönelik sevginizin sizi benden gizlemeye zorladığını söylüyorsunuz. O zaman da, siz bana fazla paranızdan, zaten her koşulda rehin sandığında duran paranızdan bahsettiğiniz zaman da anlamıştım, size çok şey borçluyum. Şimdi, hiç paranız olmadığını, şans eseri benim yoksul halimi öğrendiğinizi ve bundan etkilenerek maaşınızla beni desteklemeye karar verdiğinizi, avans aldığınızı ve ben hastalanınca elbiselerinizi sattığınızı öğrenince yani, bütün bunları öğrenince, çok acı verici, hiç yaşamadığım bir durumda kaldım, bunları nasıl karşılayacağımı ve bu konuda ne düşüneceğimi hiç bilmiyorum. Ah Makar Alekseyeviç! Bana acıyarak ve akraba sevgisine dayanarak yaptığınız ilk iyiliklerden öteye geçmemeliydiniz, ayrıca paranızı boş yere savurmamalıydınız. Siz dostluğumuza ihanet ettiniz, Makar Alekseyeviç, çünkü bana karşı açık olmadınız ve şimdi, sizin bana hediye ettiğiniz giysileri, şekerleri, gezileri, tiyatroları ve kitapları görünce, bütün bunların bedelini şimdi kendi bağışlanması imkânsız havailiğime üzülerek pahalıya ödüyorum (çünkü ben sizin için hiç kaygı duymadan kabul ettim hepsini); ve sizin benim mutluluğum için vermek istediğiniz her şey, benim için bir kedere dönüştü ve yararsız bir üzüntüden başka bir şey bırakmadı bende. Son zamanlarda sıkıntılı olduğunuzu fark etmiştim, kendim de sıkıntıyla bir şeyleri bekliyordum, ama bu olup biteni aklım almadı." -Varvara Dobroselova "Kırk rubleden yirmi beşini size vereceğim, Varenka; iki rubleyi ev sahibisine, kalanı da kendi masraflarıma ayırırım. Bakın, ev sahibesine daha çok vermek gerekirdi, hatta fazladan vermek lazımdı; ama bütün her şeyi değerlendirir, benim ihtiyaçlarımı bir daha hesaplarsanız, daha fazla veremeyeceğimi görürsünüz, bu yüzden, bundan bahsetmek imkânsız, düşünmek bile gereksiz. Bir gümüş rubleye çizme alacağım; artık bilemiyorum, yarın bu eskilerle işe gidip gidemeyeceğimi. Boyun fuları da gerekli bana, çünkü eskisi bir yılı doldurdu artık; ama siz bana eski önlüğünüzden sadece bir fular yapmayı değil, göğüslük dikmeyi de vaat etmiştiniz, fuları düşünmeyeceğim o yüzden. Yani böylece, fular da var, çizme de. Şimdi sıra düğmelerde küçük dostum! Ama siz kabul edersiniz ki, cancağızım, düğme olmadan yapamam; ceketimin yarısında düğme kalmadı bile! Majesteleri’nin bendeki bu düzensizliği fark edip de bir şey söyleyebileceğini ne zaman düşünsem titriyorum, kim bilir neler söyler! Canım, ben, dinleyemem bile söylediklerini; çünkü ölürüm, ölürüm, oracıkta ölürüm, çünkü bu olursa utançtan ölürüm, bir tek düşüncesi bile yeter! Ah, canım! Evet, şimdi bütün ihtiyaçlardan geriye üç ruble kaldı; o da geçinmeye ve yarım külah tütüne gidiyor; çünkü, küçük meleğim, tütünsüz yaşayamam, fakat dokuz gündür ağzıma pipo koyamadım. Alabilirdim, bütün samimiyetimle söylüyorum, alabilirdim, ama size de bir şey söylemedim, bütün samimiyetimle. Sizin de başınızda bela var, siz de en ufak şeye ihtiyaç halindesiniz, bense burada çeşitli hazların tadını çıkarıyorum; işte bu yüzden almadım ve size bunu söylememin nedeni vicdan azabı çekmemeniz için. Size açıkça itiraf ediyorum, Varenka, artık aşırı yoksul bir haldeyim, yani buna benzer bir şey asla gelmemişti başıma." -Makar Devuşkin Son olarak değinmek istediğim nokta ise toplumumuzun içler acısı durumu. Yukarıda bahsettiğim ray durumundan yola çıkacağım. Her birimiz diğerinin yolculuğuna öyle ya da böyle katılıyoruz veya yolculuklarını izleyebiliyoruz. Dip Not: Çıkamadım. Yazarken, mevzuyu unutup yardırmışım. Artık boşlukları siz dolduracaksınız. "Alıştım, çünkü her şeye alışıyorum, çünkü uysal bir insanım, çünkü ben küçük insanım; fakat, bütün bunlar ne için? Kime ne kötülüğüm olmuş?" --Makar Devuşkin Şimdi, böyle bir içten ve çaresiz isyan karşısında biz ne düşünebilir ve hissedebiliriz? Toplumun her birimizi yüceltme imkânı var. Aynı zamanda yerin dibine sokma imkanı da var. Ancak asla yan yana getirme imkânı yok. Çünkü toplumlar hep para ve statüler ile var ediliyor. Yan yana gelmemiz için bunlardan hiçbirinin olmaması gerekiyor. Kitaptaki karakterimizin başına da bu geliyor. İlk başta işi vardır. Parası vardır. Arkadaşları vardır. İş yerinde de saygı görmektedir. Yavaş yavaş dış görünüşü bozulmaya ve parasız kalmaya başlar. Önce ev sahibi tatava yapmaya başlar. Ardından diğerleri gelir. Birer birer hepsi düşene vurmaya başlar ya da üzerine çıkar ve o yükselir. Toplum bize bunu öğretmiştir ve toplumun içinde iyi bir şekilde varolmanın başka bir yolu yoktur. Böyle zamanlarda karakterinizin yanında olan tek bir kişi vardır. Duygusallık ile ona bağlı olan Varvara Dobroselova. Diğer herkes alay etmiş ve/veya dışlamıştır. Sonra biri kahramanımıza acır. Acır. Acıdığı için para verir. Sonra kahramanımızın hayatı normale dönmeye başlar. Arkadaşları tekrar konuşmaya başlar. Ev sahibi, onu tekrar eve alır. Eski düzenine tekrar kavuşur. Belki daha iyi imkânlarla kavuşur. Acıma sayesinde kavuşur. Acıma! Duygusal insanlarda olan gururu tasavvur edin. Bu acıma ile gelecek yardıma muhtaç olması onu ne kadar mutlu etse de, şaşkınlık gittikten sonra hüzne boğulmaz mı? Bir başkasının acıması ile tekrardan yiyip içebiliyor ve barınabiliyor. Dostum, buna isyan etmeyeceksek neye edeceğiz? Çalışabilecek ve kendine bakabilecek bir adamın, toplum yüzünden böyle hallere düşmesi ve düşdükten sonra da böcekmiş gibi tiksinilip dışlanması bizleri niye hiç rahatsız etmiyor? Neden böyle durumlara hep üç maymunu oynuyoruz. Neden sadece algımıza girenlere acıyarak yardım ediyoruz? Neden kimsenin acınacak hale düşmemesi veya iradesi hariç kimsenin yardımına muhtaç olmayacağı bir şeyler için çalışmıyoruz? Hadi çaba sarf etmiyoruz, bu saçma sapan düzenleri nasıl gönül rahatlığıyla kabulleniyoruz ve benimseyerek yaşıyoruz? Kendimden de biraz anlatayım. Sonbahara doğru askere gideceğim. Askerden sonrası için ise aylak hayatını düşünüyorum. Sokakta kalma istemim var. En azından deneyeceğim. Orada gerçekten kendim için çalışabilirim. Barınak olarak doğa ve sokaklar olacak. Yemek için ise günlük iş yapmaya çalışacağım. Sonra da ver elini aylak hayatı. Hâlbuki bu düşünceleri evimde iken buldum ve geliştirdim. İstemim, evimde yükseldi. Yani, toplumun içinde yer edinmiş ve keyfi yerinde olan biriyim. Ailem sayesinde böyle oluyor. Maddi hiçbir sıkıntı yok. Ama psikolojik çok sıkıntılar var. Neden? Çünkü empatim ve anlayışım var. Bu saçma sapan toplum makinasında bir parça olmak istemiyorum. Bu makina sadece para için dönüyor. Ne samimiyeti var, ne anlayışı ne de duygusu. Sadece döndürmeye devam etmesi için ihtiyaçları var. Onlardan biri olmamayı deneyeceğim. Sizden biri olmayınca da benim yazdığımı okur muydunuz ya da okuyabilir miydiniz? Sokakta kalıyor olsaydım ve bunları yine düşünmüş olsaydım eğer, bana zaman ayırır mıydınız? Bunları bir düşünün. Eğer başarırsam beni bir daha buralarda göremezsiniz. Başaramazsam da toplumda bir değişiklik için uğraşacağım. Türk tarihini az çok biliyorum. Açıkçası, en berbat toplumuna denk geldiğimi düşünüyorum. Çünkü empati ve anlayış bitik seviyede. İlerleyen zamanlarda İstanbul ve Türkiye susuz kalacak. Ancak bunlar çoktan bitmiş ve kimsenin umrunda değil. İzleyici olduğumuz salonda koltuklardaki insan sayısı azalıyor. Bu tiyatrodaki oyuncular, seyirciler arasından seçiliyor. Sırası gelen sahneye çıkıyor. Eline verilen kağıdı ezberliyor ya da okuyarak oynuyor. Sonra da perde arkasından direkt dışarı gönderiliyor. Hem izleyiciler, hem de oyuncular izleme modunda takılıyor. Neyse, daha çok anlatabilirim de susmak en iyisi. Biraz da kendiniz düşünün. Ya da kitabı okuyun ve Dostoyevski düşünürsün. İncelemem bu kadardı. Buraya kadar okumuş herkese teşekkür ederim. Saygılarımı sunuyorum.
İnsancıklar
İnsancıklarFyodor Dostoyevski · Can Yayınları · 202362,2bin okunma
··
602 görüntüleme
Parende okurunun profil resmi
Kitabı iyice merak ettim. Ya ne kadar güzel yazıyorsunuz. Size bakınca hayran kalıyorum, biraz kıskanıyorum, biraz da kendi kendime hayıflanıyorum. Utanıyorum biraz. İnsan bu kadar yaşayarak nasıl anlatıyor. Buna hayran olmamak mümkün değil. Diyorum ki bu sözleri ben sarf etmeliydim, kıskanıyorum. Sonra benden neden böyle cümleler çıkmıyor diye hayıflanıyorum. Ve yazdığım şeyleri yazı saymaktan utanıyorum. Muhteşem yazmışsınız. Ve Dostoyevski yi bu kadar içselleştirmeniz harika. Sanki onunla aynı masada oturmuş gibisiniz. Takipteyim, umarım bu ışıltıdan biraz nasiplenmek mümkün olur. Ve iyi ki bu etkinliği görmüşüm diyorum :-) Bu kitap incelemesiydi ben konudan koptum biraz. Okumalıyım tek söyleyeceğim bu.
Quidam okurunun profil resmi
O.o Övgüleriniz için çok teşekkür ederim, hanımefendi. Teveccühünüz. Yalnız şunu söylemek isterim, kıyaslama yapmamayı çalışın. Çünkü kıyaslamada üstünlükten gelen haz alçakça olabilir, geriden gelen eziklik ise durdurulamaz olabilir. Sizin de kendinize has yazma şekliniz var. Benim de var. Ve diğerlerinin de var. Önemli olan hepsinden bir şeyler almaya bakmak. Benzemek istemek veya hayranlık duymak, bizlerin öznelliğini öldürebilir. Bunları söylemek istedim. Sadece yazın. Ben öyle yapıyorum. Bu yazı ve diğer yazdıklarım bana ahım şahım gelmedi. Hiçbir zaman da gelmeyecek. Bunu unutmayın, lütfen. Yorumlarınız ve iltifatlarınız için tekrardan teşekkür ederim. Etkinlik için mutlu, kitap için ise meraklı hâle getirebilmiş olmam sevindirdi. Şimdiden, keyifli okumalar diliyorum. Etkinliğe daha çok güzel tatlar katan olacak. Saygılarımı sunuyorum. :)
13 öğeden 11 ile 13 arasındakiler gösteriliyor.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.