Amerika'da umduğunu bulamayan Mc Court ailesinin kendi ülkeleri olan İrlanda'ya dönüşünü ve burada yoksullukla kıran kırana verdikleri mücadeleyi bütün gerçekçiliğiyle anlatan biyografik bir roman. Biraz Christy Brown'ın Sol Ayağım kitabı tadında bir eser. Eminim Sol Ayağım'ı okuyan ve seven okurlar bu kitabı da sevecektir.
Biyografik bir roman dediğimize göre, kitabın yazarının aynı zamanda kitabın kahramanı olduğunu söylemeye gerek yok. Aslında kitabın iki ana kahramanı olduğunu söylersek de bence yanlış bir değerlendirme yapmış olmayız. Olaylara bakış açısı ile herkesi kendine hayran bırakan müthiş çocuk Frank ile kardeşi Malachy kitabın en önemli iki karakteri. Bu karakterlerin dışında, aslında iyi niyetli bir izlenim vermesine rağmen alkol bağımlılığından kurtulamayan, bütün kazandığı parayı içkiye yatıran, hatta eşinin doğum parasını bile alıp bara giden ve ailesini ihmal eden milliyetçi bir baba ile neredeyse senede bir defa doğuran ve çocukları için dilenmekten çekinmeyen hastalıklı ve fedakar bir anne, yani Angela...
Gerçekten de kitabın başından sonuna bir yoksulluk ve acı söz konusu. Bunu buram buram hissediyorsunuz. Sürekli ölen çocuklar, hastalıklar, parasızlıklar ve hor görülmeler var. Böyle olunca kitabın birçok yerinde sinirlendim, kendi kendime isyan ettim. Neden dedim. Neden bu çocuklar bu kadar kötü bir çocukluk dönemi geçirmek zorunda kaldılar dedim. Ben olsaydım bu kadarına dayanabilir miydim diye sordum kendime. Sonra oturdum ve sorularıma cevaplar bulmaya çalıştım.
Öncelikle biz insanların şunu iyi bilmesi gerekiyor bence, dünyaya bir çocuk getirmek önemli bir sorumluluğun da otomatik olarak altına girmek demektir. Şayet bu sorumluluğu alamayacağımızı düşünüyorsak, asla bir çocuğu dünyaya getirip hayatı ona zindan etmemeliyiz.
Benim için asıl meseleye gelirsem, itiraf etmeliyim ki bu kitabın 15. sayfasında bir cümlede takılı kaldım. Bu cümle bana göre kitabın anahtar cümlesi. Zira bu anahtarla girdiğim odada sorularıma yavaş yavaş cevaplar buldum. Cümleyi size açıklamadan önce kitapla ilgili biraz bilgi vermem gerekiyor... Frank'in çok fakir olan babası Malachy ile annesi Angela evlilik dışı birliktelik yaşıyorlar ve bu birliktelik neticesinde Angela hamile kalıyor. Angela'nın hamile kaldığını öğrenen kardeşleri ise Malachy üzerinde büyük bir baskı kuruyorlar ve Angela ile Malachy neticede evleniyor. Bu evlilik kararından sonra ise asıl sefalet ve zorluklar McCourt ailesi için başlamış oluyor. İşte kitabın 15. sayfasında bir kadın Angela'ya geliyor ve "Ah Angela! Onunla hiç evlenmemeliydin. Çocuğu biri evlat edinirdi, sen de özgür bir kadın olarak hayatına devam ederdin." diyor...
Yani bu kitap, bir kadın veya bir erkeğin zorla evliliğe sürüklenişinin nasıl büyük felaketlere ve acılara yol açabileceğini açıkça gözler önüne seren bir kitap. Frank'in ve tüm kardeşlerinin yaşadığı zorlukların ve hayat mücadelesinin sebebi bence yukarıda yazdığım cümlenin içerisinde gizli. Hatta Frank McCourt öylesine büyük zorluklar içerisinde büyümüş ki, "Geriye bakıp çocukluğumu anımsadığımda, nasıl hayatta kalabildiğime hâlâ şaşarım." diyor.
Anlayacağınız, kitap tam bir trajediyi anlatıyor. Ancak bu trajedi anlatılırken sizi yer yer gülümsetmeyi ihmal etmiyor yazar. Hiçbir şekilde kendi hayatıyla ilgili ajitasyona da başvurmuyor. Bu haliyle, yaşanan olayların yanı başımızda yaşanıyor hissini uyandırıyor ve oldukça gerçekçi bir şekilde anlatılanları hissediyorsunuz. Sonuç olarak, manevi olarak güçsüz olduğunuzu bir dönemde okumamanızı; ama bir gün mutlaka okumanızı tavsiye ederim.