Freud’a göre, uygarlık esas olarak özgürlüğün antitezidir. Kültür insan içgüdülerinin kontrol altına alınması üzerine inşa edilir. Bunun için uygarlığın ilerlemesi, temel güdüsel doğamızın bastırılmasında sürekli bir artış ve mutluluk deneyimleme yeteneğimizde ona eş bir düşüşle başarılır. Freud’un kendisi, uygarlık ve özgürlük arasında seçim yapmaya zorlandığında, uygarlıktan başkasını seçmenin akıl kârı olmayacağından asla kuşkulanmadı. Onun asıl tutkusu bu seçimdeki trajik karaktere dikkati çekmekti. Öte yandan 1960’larda birçok insan zıt sonuçlar çıkarmaya başladı. Özgürlük ve uygarlık arasında bir seçim söz konusu olduğunda, özgürlüğü daha arzu edilir buldular. Freud’dan öğrendikleri ders, içgüdüsel doğamızın bastırılmasından kaçmak için kültürümüzü tamamıyla reddetmemiz gerekeceğiydi. Bu da bir karşı kültür yaratmayı gerektirecekti.
Karşı kültür fikri birçok yönden neredeyse doğrudan doğruya Freud'un psikoloji teorisinden çıkar. Freud'un insan zihninin yapısını analiz etme şekli göz önüne alınırsa, bir bütün olarak kültürün bir bastırma sistemi olduğu sonucundan kaçınmak çok zordur. Ve toplumdaki problem —hepimizin o kadar mutsuz olmasının nedeni— toplumun kendisiyse, o zaman kendimizi kurtarmanın tek yolu kültürün ve toplumun tamamını reddetmektir. Bütün sistemden “çıkmamız” gerekir.