Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

·
Puan vermedi
Can sıkıntısı zor zanaat.
Bu kitaba incelemeyi direkt yazmayacağım. Düşündürdüklerini ve yorumladıklarımı basamak basamak not edeceğim. Not 1: Dar alanda yaşamanın getirdiği çöküş ve hastalığın yol açtığı ince ve yüce anlayış. Evren gibi aslında. Kendi içine doğru yoğunlaşmaya başladığı anda, patlamaya hazırlanan yüce bir an'a hazırlık yapıyor. Dostoyevski, adamdır! Alıntı 1: "Kendimi neşeli hissetme zamanıydı. Ne var ki içime bir ağırlık çökmüştü – bilinmeyen bir arzu, tarifsiz, ama yakışıksız bile olmayan bir heves. Belki de canlı olma duygusu kendini göstermekte gecikiyordu." Düşünme 1: Sorular ve sorunlar doğdukları yerde, cevaplarını ve sonlarını da barındırır. Tıpkı Evren veya Tanrı gibi. İrade de bunlardan bağımsız düşünülemez. Soru 1: Yoktan var eden Tanrı'nın canı tekrardan sıkıldığında -yaratılışı can sıkıntısı olarak görmeyen varsa eğer, buyursun konuşsun- hiçliğe geri göndermeyeceğini nereden bilebiliriz? Hafızamızı kurcalayarak oyunu tekrar ve tekrar sonsuza kadar baştan başlatmadığını nereden bilebiliriz? Veya bu konuda o nasıl güvenebiliriz? Yorumlama 1: Aslında, kimi duygusal ve ince anlayışa sahip yalnızlaşmış insanların acınmaya ihtiyaçları vardır. Tıpkı çocuklar gibi aslında. Kırılganlık ve hassasiyetleri onların üzerine daha fazla düşmeye yönlendiriyor. Çocuklar bunun anlamını tam olarak kavrayamaz. Fakat birey olduğu zaman kişinin kendine nefret duymasına sebebiyet verebiliyor. Bu başkası tarafından gerçekleşmese bile, sırf ihtiyacı olduğu ve istediği için bile kendinden nefret edebiliyor. Düşünce 2: Belki her şeyin sebebi sadece rakamdır. Bizler için diğer canlılar önce sayıları çağrıştırır. Kendi anlayışımızdan önce kutsal matematik gelir. Sonra rakamlar artar veya azalır ve kavramlara dönüşür. Kavramlar da düşünceleri ve duyguları yönlendirir. Hepsi de en son eylemlerde birleşir. Belki doğa da bize böyle bakıyordur. 1 insan, 2 insan, 3 insan, ..., milyarlarca insan... Çok fazla insan. Çok yoğun oldu bu. Dışarıya taşamayan, ama ağzına kadar su dolu bir bardağı daha da doldurursak ne olur? Bardak mı, su mu yoksa her ikisi birden mi bozulmaya başlar? Alıntı 2: "Söylediğim gibi, ölüm uykuya benzemez, çünkü insan uykuda canlıdır ve uyur haldedir; insanın nasıl olup da uykuyu şuna ya da buna benzetebildiğini çok merak ediyorum, çünkü ne ölüm tecrübe edilebilir, ne de ona benzeyen herhangi bir şey." Düşünce 3: Aslında, söylediklerimizin rastgele yaptığımız bedensel hareketlerden pek bir farkı yok. Bedensel hareketler hep bir unsur etrafında dönüyor. Dışarıdan gelen etkiye karşı verilen tepki ve bazen de dışarıdan gelen etkinin oluşturduğu bozukluğun ya da farklılığın tepkisi. Söylemler de temelde sadece bir etkinin farklılaşması üzerinden çıkageliyor. Hayattan. Tüm yaptıklarımız ve söylediklerimiz hayatın salonunda, müziğinde ve ışığında ettiğimiz danstan başka nedir ki? Başlangıcını ve sonunu bilemem, ama enerjimiz tükendiğinde ya da hayatın getirdiklerinden birini dans edecek kadar hissedemediğimizde oturup dans edenleri izleyeceğiz. Ölüm, kaçınılmaz olarak izleyici olduğumuz için mi bize gelecek, yoksa daha fazla dans edemediğimiz için mi? Düşünme 4: Yaşadığım evin yanında bulunan evde bir katilin içeriye süzüldüğünü ve içeride bulunanları öldürdüğünü düşünelim. Aynı anda ben ise içtiğim suların fazlalığını bedenimden çıkarmakla meşgulüm ve 3metre bile olmayan bir mesafede olan bu olaylara karşı hem bihaberim hem de kayıtsız bir durumdayım. Çemberi büyüttükçe bu boşluk halimin daha da büyümesi ve sonsuzluğa uzanması kaçınılmaz. Aynısı pek âlâ içsel durum için de geçerli olabiliyor. Kadının içindeki uyutmayan korkular ve endişelerle yatakta öylece dururken, adamın farkındalık olmaksızın kayıtsızlığı ve yorgunluğun getirdiği rahatlatan bir derin uyku çekmesi gibi, ya da dışarıdaki hayatta ezilen ve bu baskıya çaresizce boyun eğmek zorunda kalan bir çocuğun çektiği acıları, yemek masasında birlikte oturduğu ebeveynlerinin günlük aksiliklerinden ya da başka bir sebepten dolayı fark edilemez oluşu gibi. İnsan yaşamı gerçekten Charlie Chaplin'in sözü gibi. "Hayat, uzak çekimde komedi, yakın planda trajedidir." Alıntı 3: "Soyut akla musallat olan bir yorgunluk var ki, en korkuncu o. Fiziksel yorgunluk gibi insana ağırlık yapmaz, duyguların öğrettiklerinin verdiği yorgunluk gibi kafa karıştırmaz. Sahip olduğumuz dünya bilincinin üzerimize çöken ağırlığıdır o, kendi ruhumuzla soluk alamaz oluşumuz." Yorumlama 2: Çocukken besin olan hayal gücünün, zamanla hastalığa dönüştüğünü görüyorum. Anlayışı doğuran hayal gücü, gerçekliği değiştirmeye ve/veya çarpıtmaya sebebiyet veriyor. Ya da hiçbirini yapmayarak anlayışın saflığı bozuluyor. Bu da hayal gücüyle birlikte basit olanla bağı koparıyor. Her şeyi sadece iki alana yerleştirmeye ve oraya ait görmeye başlıyor. Ya cennete ya da cehenneme. Alıntı 3: "Utangaçlık asil bir huydur, ne yapacağını bilememek övünülesi, yaşama becerisinden yoksun olmak ise insanı yücelten bir özelliktir." Alıntı 4: "Bu genç adam, hiç olmazsa birini tarif ediyor ve bu tiplerin tarif etmeleri, hissettiklerini söylemelerinden daha iyidir, tarif ederken insan kendini unutur. İğrenmem geçiyor." Yorumlama 4: Öz'ün birliği ile dağılışının getirdiği farklılığı anlamak, anladıktan sonra benimsemek ve benimsedikten sonra ona göre hareket etmek çok güç bir meziyet. Ucundan dahi olsa tutabilene, ne mutlu! Düşünce 5: Anlama ile bencillik birleştiği anda Tasarım Olarak Dünya'mız, gerçeklik ile içe içe geçiyor. Bu iç içe geçiş tepkimeye sebebiyet veriyor ve birleşme oluyor. Bu birleşmede ayrık olan hiçbir şey kalmıyor. Herhangi bir kimyasal tepkime gibi aslında. Hidrojen ve oksijeni birleşirse, hidroksit olur. Oksijeni bir tane daha arttır ve su oluşur. Ama ne hidrojen ne de oksijen bu tepkimelerden sonra ayrı ayrı düşünülemez. Bir bütün olarak bakmadığımızda da sadece tasarladığımızı, gerçekliğin üzerine örtüyoruz demektir. Birey bunun farkında olabilir mi acaba? Ya da böyle bir şey gerçekten oluyor mu acaba? Artık hidrojen ve oksijen bizim düşündüklerimizden bağımsız bir şekilde düşünülebilir mi?
Huzursuzluğun Kitabı
Huzursuzluğun KitabıFernando Pessoa · Can Yayınları · 201710,6bin okunma
··
108 görüntüleme
Begüm(şimdi düşünmeliyim) okurunun profil resmi
Soru 1 için; Hafızamızı kurcalayarak oyunu tekrar ve tekrar sonsuza kadar baştan başlattığını sanmıyorum. O zaman hile yapmış olurdu. Biz bir oyun oynarken hilesiz nasıl zevkli geliyorsa, ona da öyle gelecektir. Bir an sıkılıp bizleri hiçliğe göndereceğini de sanmıyorum. Oyunun sonu daha zevkli çünkü sürprizli. Az kaldı diyorlar zaten, sabredecektir.
Quidam okurunun profil resmi
İşte, tüm bu cevaplar insansı duygu ve düşüncesel durumların sürüklediği veya ulaştırdığı yorumlamalar. Fakat cevapları kendimize göre verebildikten sonra, ona soru sormanın veya istekte bulunmanın veya varlığının ne önemi kalıyor ki? Sırf bu yüzden dediklerinize katılamayacağım, Begüm Hanım.
2 sonraki yanıtı göster
Bu yorum görüntülenemiyor
Quidam okurunun profil resmi
İlk gün için yeter de artar bence. Kör olacağım ayol!
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.