MERHAMET, ACIMAK DEĞİL, ACITMAMAKTIR.
Kitap hakkında pek söylenecek bir şey yok keza size içimi dökmek istiyorum. Şu hayatta yıkılası, kökü kazınası, lanet ettiğim en büyük olgu yanlış anlaşılmak... Sizi içermeyen, yapmadığınız, kalkışmadığınız durumların diyetini ödemek zorunda bırakılmak. Ah ne korkunç! Pardon filmi geliyor aklıma. Gülüyoruz gülmesine de adamlar onca sene bir hiç uğruna yatıyor ve tek bir sözcükle teselliye kalkışıyorlar: Pardon.
Devlet dairelerinde geçerli olan bir kanun vardır: her şeyi bilir görünme, her işe atlama, daima geri planda dur. Bunlar pratikte kötü ve fena olarak adlandırılabilir ancak işin aslı hiçte göründüğü gibi değil dostlar. Çalıştığınız ve özenli bir biçimde hareket etmeniz üzerinizdeki sorumluluğu artırır. İlk olumsuzlukta sizden kötüsü olmayacaktır.
SPOİLER
Dağlandım, parelendim..
Ben biliyordum böyle olacağını muallim hanım. Baban özünde iyi adamdır demek istedim sana. Yetişmedi sözcüklerim çünkü ben de babana lanetler okudum. Sayfaları çevirdikçe merhametiyle, saflığıyla selamladı beni. İnişli çıkışlı dünyasında ağırladı kendince. Sizi çok sevmiş meğer. Son nefesinde bile seni anmış muallim hanım. Babam diyemediğin adam seni son nefesine kadar zihninde taşımış ya meğer. Bu dünya acımasızdır. Kaderin pençesine bazen kendi gayretlerimizle düşeriz. Tercihlerimizi doğrularımız nezdinde belirleriz. Doğru? Kime göre neye göre? Babanın doğruları sefil bir hayatın ötesinde uğurladı onu sonsuzluğa. Seni de göremedi yazık.
SPOİLER‘SIZ YAZI SAHASI
Öldükten sonra insanın değerinin anlaşılması, sizin için ne ifade ediyor oluşunun farkına varılması çok üzücü, derinden yaralayıcı. Mustafa İnan geliyor hemen aklıma Türkiye’nin medarı iftiharı olması gerekirken bugün bile ondan haberi olan kişi sayısı oldukça az. Oğuz Atay da yaşadığı esnada çok az okunurken şimdi hatrı sayılır bir kitle tarafından benimsenmiş bir kişi. Örnekler çoğaltılabilir Van Gogh denebilir. 804 eser verip sadece birinin satılması. Şimdi ise en ünlü ressamlardan biri olması. En yakınımızdaki insanı bile tanımaktan aciziz çoğu zaman. Kaybedene dek ulaşılmışlığın o zalim hükmü çevreliyor kalbimizi. Tek saniyesine bile hükmedemediğimiz dünya için birbirimizi kırmaya değer mi hiç? Hadi çevreni boşver en yakınında olanı, seni seveni, sana değer vereni üzmeye değer mi? “Kim kimi ne kadar anlayabilir?” diyor ya Şükrü Erbaş. Öyle ya anlayamaz kimse kimseyi ancak çabalar, niyetini de temiz tutarsa gelmez mi güzellikler kaçtıkları mevsimlerden. Çok mu iyimserim. Hadi öyle olsun.
Reşat Nuri, anlaşılırlığının yanında ayrı bir gizemi de sırtında taşıyor. Daha doğrusu eserlerinin sırtına yüklüyor. Bu romanı kendi içinde ikiye ayırmak lazım. Çünkü sandıklarımız ile gerçekler arasında uçurum öyle bir haldeki iki duyguyu da en uçta yaşıyoruz. Gündüz ile gece kadar net bir ayrılık bu. Bu hayatın aşk dışında, mutlu olmanın dışında kavramlara da sahip olduğunu biraz da sert bir karasal iklim soğukluğunda tattım doğrusu. Kararlı adımlarımızla işgal ederken bu yeryüzünü aslında yanılgılarımıza o kadar çok inanırız ki gerçeğe büsbütün kör oluruz. Farklı pencerelerden bakmak, hep bir acabanın, şüphenin, sorgulamanın (gerekli oranda, dozda) koşmak gerekmez mi? Gerekir elbette. Şimdi herkes kendi evinde kendi hikayesiyle meşgul. Coşkulu bir mutluluğu düşlüyor yastığında uykuyu bekleyenler. Dünyanın bize ilgisizliğine küsmüşüz bir yandan ancak umut ölüme dek tükenmez bir limit.
İşbu kitabı okuyalı bir hayli oldu ancak arada açıp beni darmadağın eden kısmı okuyorum. Kitapla gönül bağım oluştu resmen. Okumak için aldığım arkadaşıma geri verecek olmak beni üzüyor. -Kitabı istemiyorum, yanlış anlama:)) - öyle işte. Esaslı adam doğrusu. Ruhun şad olsun Reşat Nuri. Sağcısı da sevmiş seni solcusu da. Yüreğine sağlık.