Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

899 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
3 günde okudu
İzindeyiz...
Ey Türk milleti ! İkinci vazifen Atatürk'ü anlamaktir. Atatürk hakkında okumalar ve araştırmalar yapıp bunların neticesinde onu daha iyi anladıkça, ona hayran olmamam elde değil. Bu millet için yaptıkları herkesin malumudur. Hayatı boyunca gerek askeri gerek politika alanında tüm dünyanın takdirini ve hayranlığını toplamayı başarmıştır. Yaşadığı yüzyılın hatta tarihin en büyük askeri dehalarindan biri olarak kabul edilen Atatürk'ün çok daha takdir edilesi yanı, en az askeri alanda olduğu kadar politika alanında da sahip olduğu zekasidir. Nitekim, büyük bir başarı olan Kurtuluş Savaşı'ndan sonra aynı başarının çok kısa sürede inkilaplar yoluyla ekonomik, sosyal, yönetimsel vb her alanda bir milletin dönüşümünde de gelmesi Avrupa'da 'Türk Mucizesi' olarak adlandırılmıştir. Peki Atatürk bunu nasıl başardı? Tabiki tek başına başarmadi. O tartışmaya hiç girmeyeceğim. Veya 'Olmasaydın olmazdik.' polemiğine de girmek istemiyorum ancak şunu de belirtmek isterim ki, eğer Atatürk olmasaydı şu an şuanki şekliyle ve manasıyla bir Cumhuriyet içinde yaşayabilir miydik; bundan emin değilim hatta kendi fikrim, çok başka bir tablo karşımızda olurdu. Atatürk'ün başarısını anlamak için tabiki sadece bu eser yeterli olmayacaktır. Ancak Nutuk, kendi kaleminden onu anlamak için çok önemli ve okunması elzem bir eserdir. Artık bu eserden bahsedecek olursak, herkesçe bilindik ve İnkılap derslerinden aşina olduğumuz bilgileri yinelemeden birkaç noktaya değinmek istiyorum. Liderlik, en zor anlarda muhalifinin dahi ilk aklına gelen kurtuluş reçetesi olmaktır. Aynı zamanda herkes telaş içindeyken en zor anlarda sakin kalabilmeyi ve insanları sakinlestirmeyi başarıp yol haritası ortaya koyabilmektir. Bunları gerek Sakarya Meydan Muharebesi öncesinde gerek mecliste sonu gelmez tartışmalarda insanların çare olarak hep Mustafa Kemal Paşa'ya sarilmalarinda görüyoruz. M. Kemal Paşa dışında gerek İstanbul hükümetinde yer alanların gerek Ankara'da yer alanların çoğunluğunun kurtuluşa olan inançlarının çok kırılgan olduğunu görüyoruz. Nitekim, kongreler sırasında Mustafa Kemal Paşa'nın en çok uğraştığı konu insanları mandacılık isteğinden vazgeçirmeye çalışmak olmuştur. Ayrıca kazanılan iki İnönü savaşının ardından gelen yenilgiden sonra hemen inanclarini kaybetmeleri veya çok daha ilginç olanı henüz ülke düşmandan tamamen temizlenmemiş olmamasına karşın, insanların İtilaf devletlerinin yumuşatıp yumuşatıp önümüze koydukları sözüm ona anlaşma metinlerine itibar edip savaşı sürdürmemek istemeleri M.Kemal faktörünün neden önemli olduğunu bence çok iyi ortaya koymaktadır. Birçok insan Osmanlı'nın anlayışından kurtulamamış -asırlarca üst üste gelen askeri yenilgilerin ve ekonomik ve sosyal manada içine düşülen perişan durumların yarattığı ozguvensizlik ve eziklik duygusu- ancak M.Kemal Paşa'nın bu çizgiden çok uzakta bir profile sahip olduğunu ozellikle Kurtuluş Savaşı sırasında uyguladığı stratejilerde ve az önce üzerinde durduğum konularda sergilemis olduğu tutumlarla göstermiştir. Osmanlı anlayışından bahsetmişken, Mustafa Kemal Paşa'nın sadece son dönem Osmanli'sini değil Osmanlı'nın genel olarak uyguladığı politikaları eleştirdiğini görmekteyiz. Milli siyasetin nasıl olması gerektiğini anlattığı kısımlarda, konunun başlangıcında Osmanlı'nın asırlardır ardini düşünmeden giriştiği yayılmaci hareketlerin çok doğal bir şekilde karşı hareket görmesi sonucunda birbir geriye püskürtüldüğünü ve nihayetinde imparatorluğun tabî olarak yıkıldığını dile getirmektedir. Buna ek olarak iç ve dış siyasetin Osmanlı'da çoğunlukla birbirini tutmadigini söylerek, yeni devletin milli siyasetinin nasıl olması gerektiğini şu cümlelerle özetlemektedir: "Millî siyaset dediğim zaman kastettiğim anlam ve öz şudur: Millî sınırlarımız içinde, her şeyden önce kendi kuvvetimize dayanmakla varlığımızı koruyarak, millet ve memleketin gerçek saadet ve refahına çalışmak… Genellikle milleti uzun emeller peşinde yorarak zarara sokmamak… Medeni dünyadan, medenî insanî ve karşılıklı dostluk beklemektedir." Bu konuya bağlı olarak Gazi Paşa'nın sözünü sakınmadığını ve kolaya kaçmayıp Osmanlı'yı en güçlü padişahlar üzerinden eleştirdiğini görüyorum: Fatih, Yavuz, Kanuni ve Yıldırım Bayezid... Sarhoş Selim'i herkes eleştirir, mühim olan büyükleri de eleştirebilmektir. Kurtuluş için çok kısa bir reçete sunuyor Atatürk: Millet, Meclis, Ordu... Bu reçeteyi sadece büyük kriz anlarından çıkışta başvurulacak bir yol olarak görmüyorum. Her daim bir devlette en güçlü olması gereken üç mihenk taşı olarak görüyorum. Kültürlü, rasyonalitesi yüksek, vatansever bir millet, bu milletin temsil edileceği vasıflı ve liyakatli, para için değil millet ve devlet için hizmet verecek olan milletvekillerinden müteşekkir bir Meclis, iç ve dış her türlü düşmana karşı bu iki mihenk taşını korumaya hazır Türk ordusuna sahip bir devlete sahip olduğumuz takdirde bir daha Kurtuluş Savaşı vermemiz gerekmeyecektir. Vasıflı ve liyakatli milletvekillerinden söz açılmışken Atatürk'ün hepimize bir tavsiyesi var; "Efendiler, sırası gelmişken, aziz milletime şunu tavsiye ederim ki, bağrında yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki öz cevheri çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an geri kalmasın!" Beni özelikle etkileyen bir duruma kısaca değinmek istiyorum; o zor şartlarda dahi o zamanki Meclisteki insanlar tek bir kişiye tüm yetkilerin verilmesi hususunda tedirgin olmuşlar ve tereddüte düşmüsler. Bunların arasında kötü niyetli olanları kenara koyarsak diğerleri de bu konuda tereddüte duşmüşler. Bu tereddüt hepimizin zihninde kalıcı olarak yer etmesi gereken bir husustur. Atatürk'ün Nutkunda üzerinde en çok durduğu konulardan birisi, hilafet ve hilafet sevdalilaridir diyebiliriz. Bu konuda kendisine en yakın arkadaşlarından hem savaş sırasında hem savaş sonrasında hep uyarıların, eleştirilerin geldiğini görüyoruz. İnsanların çoğunda halifenin içinde bulunacağı bir yönetim hayali var. Ancak Atatürk'te en baştan hakimiyetin sadece millete ait olduğu bir Cumhuriyet anlayışının olduğu açık. Ancak bu emelini aceleci davranmadan fırsatını kolayarak ve fırsat yaratarak gerçekleştirmiştir. Atatürk'ün hilafete karşı olmasında en büyük etken onun gerçekçi bir insan olmasıdır. Çünkü şu an bile ülkemizde başımızda bir halifenin olduğu takdirde yaklasik bir milyar nüfusa sahip İslam aleminin bize tabi olacağını veya bu islam aleminin birlik olacağına inanan insanlar var. Bir kere aşırı hayalci yaklaşıp bir adım kabul ederek, halifenin olduğu zaman müslüman halkların biat ettiğini düşündük ancak o müslüman halkların ülkelerinin yönetimleri bundan rahatsız olmayacaklar mi? Buna müsaade edecekler mi? Bu durumda birlik isterken müslüman dünyasının daha bir iç çekişmelere gömülecegi ortada değil midir? Nitekim Atatürk'ün de bu fikirde olduğunu görüyoruz. Kitapta Atatürk'ün bir diğer üzerinde çok durduğu konu yakın arkadaşınlarinin içinde bulunduğu kendisine göre hainlige veya en iyi ihtimalle gaflete varan halleridir. Daha yumuşatarak söylersek sık sık arkadaşlarına eleştiride bulunduğunu, onların eleştirilerine yer verip bunlara cevaplar verdiğini görmekteyiz. Bu kişiler Terakkiperver Cumhuriyet Firkasini kuran insanlar. Bu partinin esaslarından olan 'Dini değerlere saygılı olacağız' ilkesini de eleştiren Atatürk, bu ilkenin sonucunda halifelik yanlilarinin, yobazlarin, cumhuriyet düşmanlarının burayı mesken tuttuğunu ve bunların sonucunda isyan çıktığını, devletin bu kritik zamanda bu isyanla uğraşmak zorunda kaldığını yer yer sinirli bir şekilde (bana öyle geldi) anlatmaktadır. Atatürk'ün ne kadar zeki olduğunu izlediği stratejilerden, en zor olaylar karşısında takindigi tutumdan, gerek yabancı güçlerle yaşadığı gerek yakın arkadaşlarıyla yaşadığı olaylarda gösterdiği tutum ve hazircevaplilikta götürüyoruz. Bu yer yer beni çok güldürdü. Hemen bir örnek vermek istiyorum: Rauf Bey (Orbay), Mustafa Kemal'in halifeligin içinde bulunmadığı bir yönetim istediğinden endişe duyar. Bir gün Mustafa Kemal'e, kendisi hükümetten çekilirken “Devlet Başkanlığı makamını güçlendiriniz.” der. Burada Rauf Bey, devlet başkanligi makamı olarak hilafet makamını düşünüyor ve Mustafa Kemal'den o makama yetki verilmesini istiyor. Mustafa Kemal, devlet başkanlığı makamını guclendireceginden suphesinin olmamasini söylüyor. İlerleyen zamanlarda Mustafa Kemal, Cumhuriyeti ilan ediyor. Sonra da halifeligi kaldırıyor. Kendi kaleminden de şunu diyor: "Devlet Başkanlığı‘nı, Cumhurbaşkanlığı makamında temsil ederek kuvvetli bir durum yaratmak şarttı. Rauf Bey’e bunu yapacağıma kesin olarak söz vermiştim. Eğer ne demek istediğimi kavrayamamışsa, sanırım ki eksiklik bende değildir." :))))) Tabiki, daha birçok konuya değinilebilir. Ancak ben incelememi burada noktalamak istiyorum. Son olarak Atatürk'ün edebi yönünün de kuvvetli olduğunu görmüş oldum. Kalemi gayet sağlam ve üslubu ve konuyu anlatışı halihazırda birçok yazardan çok daha başarılı. “Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen, Türk Bağımsızlığını, Türk Cumhuriyeti’ni, sonsuza dek korumak ve savunmaktır. Varlığının ve bağımsızlığının biricik temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. Gelecekte dahi, seni bu hazineden yoksun etmek isteyecek iç ve dış kötülük isteyenler olacaktır. (...) Ey Türk geleceğinin evlâdı! İşte, bu durum ve kurallar içinde dahi vazifen, Türk bağımsızlık ve Cumhuriyeti’ni kurtarmaktır! İhtiyaç duyduğun güç damarlarındaki soylu kanda mevcuttur!" Keyifli okumalar. Atatürk ile kalın. (:
Nutuk
NutukMustafa Kemal Atatürk · Parola Yayınları · 201427,4bin okunma
··
1.470 görüntüleme
Froz okurunun profil resmi
Muazzam bir yazı olmuş.
Kaan okurunun profil resmi
Teşekkür ederim. ☺☺
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.