Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

154 syf.
7/10 puan verdi
·
6 günde okudu
Russell ismini ilk kez Taxi Driver filminde duymuştum. Geceleri taksi şoförlüğü yapan Robert De Niro bir arkadaşından tavsiyeler alıyor, kafasının ne kadar karmaşık olduğundan dem vuruyordu. Arkadaşı da “sen genç adamsın senin eğlenmen hayatın tadını çıkarman lazım!” gibi süslü sözler söyledikten sonra ona bön bön bakan De Niro'ya “Bertrand Russell mıyım ki ne bekliyorsun?” gibisinden tepki gösteriyordu. Bu söz çok şey ifade ediyor. Russell'ın el atmadığı, incelemediği konu yoktur. Her şey üzerine mutlaka bir şeyler söylemiştir rahmetli. Geçtiğimiz yıllarda Russell'ın birçok kitabını okuma şansına eriştim, genel düşüncesi dünyanın “küreselleşme” ile, -hani şu sınırların kaldırılması olayı- birlikte refaha kavuşacağı yönündedir. Bu görüşüne katılmamakla birlikte kendisinin olaylara bakış açısını sevdiğimi söyleyeceğim. “Din ile bilim” arasındaki çatışmanın zaferi son birkaç asırdır bilime aittir diyor Russell. Ortaçağ entelektüelleri için kutsal kitap, katolik dinin dogmaları ve antik filozof Aristoteles'in çalışmaları su götürmez bir gerçek olarak kabul ediliyordu. Öncelikle Aristoteles'e ayrı bir paragraf açmak istiyorum. Kendisinin felsefe ve siyaset alanındaki görüşleri günümüzde dahi etkili olan bir düşünürdür. “Politika” kavramı yanlış hatırlamıyorsam ilk onun kitabında geçmektedir. Aristoteles'e göre demokrasinin işi kişileri saymaktır, asıl mesele ise onları “tartmak”olmalı diyor. Felsefe alanında çığır açan görüşlerine nazaran bilimsel çalışmaları orta çağa kadar bilim dünyasını kara bulutlar altına almıştır. Eğer Aristoteles'in bilimsel görüşleri bu denli ciddiye alınmasaydı şuanda Blade Runner filmindeki gibi uçan arabalara biniyor hatta dünyayı 'insan' ırkından daha alt bir tür'e (yapay zekaya)bırakıp yeni kolonilerde yaşamımızı sürdürüyorduk. Galileo, Newton ve birçok biliminsanı Aristoteles'e saygı duyuyordu -her ne kadar zıt görüşte olsalar da-. Din ile bilim arasındaki en bilindik 'kavga' Russell'ın dediği gibi Güneş sistemimizin merkezinin güneş mi yoksa Dünya mı olduğu konusundaydı. Copernicus, yaşadığı 16. yüzyılda devrimsel çalışmalara imza attı. Dünyamızın döndüğünü ilk söyleyen Copernicus değildi. M.Ö 3. yüzyılda Antik Yunanda yaşamış olan ve kaderi Galileo gibi dinsizlikle suçlanmak olan Aristarkhos'du. Aristoteles'e göre bir cisim bir tepeden bırakıldığında yere düşme hızı o cismin kütlesiyle doğru orantılıdır. Biri on kiloluk, bir diğeri 1 kiloluk iki cisim aşağı bırakıldığında aralarında 1/10 gibi bir zaman farkı oluşur. Galileo (Russell kitapta onu yaşadığı yüzyılın en büyük biliminsanı olarak nitelendiriyor)Gerçeğin “kitaplarda” değil deneylerde aranması gerektiğini savunduğu için çağdaşları tarafından büyük tepki çekmiş, alay konusu olmuştur. Galileo'nun başını belaya sokan şey teleskop oldu. Galileo ve kilise arasındaki çatışmayı hepimiz okul yıllarından hatırlıyoruz. Kilise Galileo'ya sözlerini geri aldırtmakla kalmadı yerkürenin döndüğünü 'öğretmek' 1835 yılına değin yasaklanmıştı. Tıp'ın gelişmesi için insan gövdesinin, organlarının ve dokularının iyice bilinmesi gerekiyordu bunun için insan bedeninin kesilip biçilmesi şarttı. Fakat bu kiliseye göre -yasak- kabul ediliyordu. Ünlü bir saray hekimi olan Vesalius, İmparator V. Charles'in özel hekimiydi, kendisi insan bedeni üzerine ilk bilimsel çalışmayı 'konumu' sayesinde (herhangi bir ceza almadan) yapmayı başarmıştı. Çiçek hastalığına karşı aşının kullanması din adamlarını çılgına çevirmişti bunu şeytan işi olarak tanımlıyorlardı. Cambridge üniversitesinde aşıya karşı dinsel konuşmalar yapıldı. Papazlar çiçek salgınının “cinsel azgınlıklardan” kaynaklandığını iddia ediyordu. Russell din'in 'sürekli' insanın acılarının azalmasına engel olduğundan bahsediyor kitapta. Kadınların doğumu sırasında “kloroform” kullanılmasına karşı çıkıldığını söylüyor. (O zamanlar kloforom'un zararlı olduğu bilinmiyordu sanırım). Papazlar Tanrı'nın Havva'ya “Çocuklarını acı çekerek doğruracaksın” (Genesis, III. 16) dediğini hatırlattılar. Yalnız şöyle bir nokta var. Japonya'da -kutsal kitabın tanınmadığı- kadınların doğum sancılarını çekmeleri gerektiğine inanılıyormuş. Russell buradan erkeklerin kadınların “acı çekmesinden” zevk aldıklarına değinmekle yetiniyor. Bunun “dinsel” bir sorun olmadığını düşünüyorum ben. Russell kitabında “din”in bilimsel gelişimin önündeki engelleri, tıp bilimine burnunu sokmasını bir bir sıralamakta ve şöyle bir cümle kurmakta: ”dinsel öğretiye inananlar, dinin insan soyuna aynı ölçüde (bilim kadar) sağladığı bir gelişmeyi göstersinler bakalım.” Eleştirilerim: Russell bilimi 'yeni bir din' gibi savunmakta. Bilimin önündeki tek engelin din olduğunu düşünüyor. Bilim ve dini iki zıt kutup olarak algılamamız gerektiği fikrinde. Bu Russell'ın yaşadığı 20. yüzyıldan bugüne hala tartışılan bir konudur. Russell kitabı şu şekilde bitiriyor: “Yeni Gerçek”lerin çoğu rahatsız edicidir. Bilim (biliminsanları) engellenirse, insanlık yerinde sayacak ve yeni bir karanlık çağ ortaya çıkacaktır. Yazıyı beğendiğim bir tespitle bitiriyorum: “Savaş, dinle bilim arasındaydı, dinle bilim adamları arasında değil”
Din ile Bilim
Din ile BilimBertrand Russell · Yapı Kredi Yayınları · 2016515 okunma
··
233 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.