Kapı'nın ArdındanMagda Szabo; Çağdaş Macar Edebiyatı’nın öne çıkan yazarlarından biri. Eserleri, çok sayıda ülkede farklı dillere çevrilmiş. Ülkemizde ise 2000’lere kadar tek kitabı Türkçe ’ye çevrilmiş. 2007’den sonra da üç kitabı daha çevrilmiş. Ülkesinde politik nedenlerle baskıya maruz kalsa da nitelikli eserler vermeye devam etmesiyle çeşitli ödüller ardı ardına gelmiş ve bu baskıları aşarak ünü dünya çapında yayılmış.
Szabo’nun okuduğum ikinci romanı... Üslubu genel olarak biraz mesafeli. Özellikle Iza’nın Şarkısı’ndaki baş karakteri Iza gibi soğuk ve güçlü kadın karakterler buluyor kendine ve bunu da mesafeli anlatımıyla destekliyor. Ancak anlattıklarının içten olduğunu biliyorsunuz. “Bunlar hayatın gerçekleri” diyerek dobra bir tavırla yüzünüze yüzünüze haykırıyor. Sakin bir tavırla, şiddeti derin olan darbeler indiriyor bedeninizin çeşitli yerlerine. Tabi yüzündeki o vakur ifadeyi de görmezden gelemeyiz. Zaten o koruduğu mesafeli tavrını bu ifadesiyle güçlü kılıyor. Hüznü de mizahı da metanetli ve ölçülü. Gevşeyip kahkahalarla güldüğünü ya da kendini acındırmaya çalıştığını görmüyorsunuz. Szabo’yu elbette ki tanıyamadık ancak ben okuduklarımdan, yani onun şahsına münhasır hüviyetinin içine sızdığı anlatımından, kurgularından şöyle biri olduğunu düşündüm: Ciddi tavrını koruyan, mesafeli kişiliğinin yanında bir kalbi olan güçlü bir kadın. Hele ki arka kapak tanıtım yazısındaki ‘otobiyografik unsurlar taşıyan bu roman’ ifadesini de dikkate alırsak bu daha da anlam kazanıyor.
Kurgu; bir kadın yazar ve kocasının ev işleri için birini işe almasıyla ilerliyor. Szabo’nun kurgusunu devleştiren bu kadın, yani Emerenc; cesur ama sözünü sakınmayan, sert ve kararlı adımlar atan, az bilen ancak bildiklerini iyi bellemiş ve sıkıca savunan inatçı bir cahil, yaşam tecrübesinin öğüterek eğittiği bir bilge, acımasızca hareketleri, şeytani zekâsı ama melek gibi de bir kalbi olan, çok aksi, çok çalışkan ve mağrur, oldukça enteresan bir karakter. Eğip bükmeden yüzünüze söyledikleriyle kalp kıran ancak dostluğundan vazgeçemediğiniz, size sürekli hayata dair çok değerli şeyler öğreten bir dost gibi. Yazar, Emerenc’e dair bu bilgelikleri ve onun karakterini biraz daha açığa çıkaran ince yönleri, okuru her seferinde avlayarak veriyor. İyice anladığınızı sanarak önyargıda bulunup işin içinden kolayca sıyrılmaya çalıştığınız her defasında sizi mahcup ediyor. Alacağınız darbenin yönünü bildiğinizi sanarak gayriciddi bir savunma yaparken, hiç beklemediğiniz taraftan sağlam bir kroşeyi yüzünüzde hissediyorsunuz. Bu beklenmedik, şaşırtıcı ataklar romanı sarsıcı ve etkileyici yapıyor.
Szabo’nun mesafeli üslubuna yaraşan bir de mizahına değinmek gerek. Ciddi yüz ifadesiyle, soğukkanlılıkla yapılan zekice, yer yer hüzünlü espriler, romana çok farklı bir tat katarken, karakterlerle okur arasındaki mesafeyi de yakınlaştırıyor. Bu bakımdan mizahının, Kapı’nın mütemmim cüzü olduğunu söyleyebilirim.
Bölüm geçişlerine geldiğinizde, ya da yeni bir paragrafa başlarken tek cümlede vurgun yediğiniz çokça olacaktır. Yazar;
“İnsan, yüreğine saplanan bıçak eğer çok keskinse ânında yere yığılmazmış.”
gibi cümlelerle mevzuya direkt girip acımasızca davranarak biraz canınızı yakabilir.
Eğer bu kitabı okumaya karar verirseniz, bir gece yarısı zamansız hazırlanmış mütevazi bir sofrada ya da alçıdan bir köpek biblosunda alt üst olabileceğiniz, oldukça anlamlı, sessiz ve derinden darbeler alacaksınız demektir. Ama buna değecek…