Öykü mü, novella mı, roman mı?
Edebiyat nazariyecileri, eleştirmenler ve yayıncılara seslenmek istiyorum: uzun, kısa, dar, geniş, az, çok vb. gibi tür tanımlayacak terimlerinizi edebiyat ilmi çemberinin dışına atınız.
Öykünün veya romanın uzun kısası olmaz! Edebiyatta öykü, öyküdür; roman, romandır.
Gerektiği kadardır!
Roman'a ev sahipliğini üstlenen ingilizler, bu özgüvenle olsa gerek şimdi de novella'ya kaftan biçmektedirler. Sanatı kalıplaştırmak, genelleştirmek, kemiyetleştirmek de ne oluyormuş?! Sendeki ile bendeki aynı olmak zorunda değil. Eserin düzenini, tertibini, ölçüsünü, özelliklerlerini, nalını, mıhını ancak onun "yaratıcısı" (yazarı) tayin edebilir. Aksini düşünmek edebiyatta, sanatta yaratıcılık, estetik anlayışının üzerinden çizgi çekmek demektir. Bırakalım da sanatkar "içindeki" yaratıcıyı arasın ve bulsun. Çünkü, (Anladım işi, sanat, Allah'ı aramakmış; ...) şairin dediği gibidir. Edebiyatta tüm eserleri bu anlayışla kritize etmek mümkün mü? Elbette ki, mümkün. Fakat, etmemek lazımdır. Eleğin içinde pek az eser kalır. Elenirler..
Bir nesr eserinin novella olduğunu anlamanın kabaca üç yolu:
1. Bir konusu, bir meselesi/sorunu vardır.
2. Karakter sayısında sınırlama vardır.
3. Mekan, zaman, "hikaye" var; kurgu yoktur.
"Dokuzuncu Hariciye Koğuşu"
Baştaki soruya dönüyorum: Novella.* Kesinlikle!
* Azerbaycan'dan olan okurlar bunu 'povest' janrı diye okusunlar. Novella orada, beklenmedik, tahmin edilemez sonla biten hikayelere denir.
"Dokuzuncu Hariciye Koğuşu" dünya "standartları" kalitesinde değeri hak eden, edebi eleştiriye üst perdeden tabi tutabileceğimz, Türk edebiyatında müstesna yeri olan bir novella örneğidir.
(Örnek niteliğinde spoiler vardır.)
Bir okuyuşta iki kez okudum. Diyelim ki, otuz sayfa okudum. Bu otuz sayfayı tekrardan okudum ve bu şekilde devam ederek bitirdim. Gurur duydum.. Edebiyatımız adına gurur duydum... Nihayet ki, betimlemesinden 'tam olarak' memnun kaldığım bir eserimizi okumuş oldum. Çok sevindim, gururla sevindim. Bir örnekle, beraber keyfini çıkaralım. Nesr eserinde öyle betimleme ve teşbih ki, nazmdaki terennüm gibi:
<< Hep gittiler. Yapayalnız. Çıt yok. Odaya şimdiye kadar hiç tanımadığım yabancı bir akşam giriyor. Gittikçe artan karanlık, iki parça eşyayı da benden uzaklaştırıyor ve beni daha yalnız bırakıyor.
Odadan gündüz ışığıyla beraber bana ait her şey çekiliyor: Evime ait hatırlar, kalabalıklar, sevdiklerimin sesleri, birçok şekiller, hayatımın parçaları, Erenköy, köşk, tren, vapur, fakülte, doktorlar, hastabakıcılar, hayatın gürültüleri, şehir, gündüzün sesleri her şey uzaklaşıyor. İçimde bir boşluk. Garip ve büyük bir his, derinliklerime kaçıyor, gizleniyor. Ruhumun karartılarla, sessiz ve şekilsiz gölgelerle, eşya arkasına saklanan hayaletler gibi kendilerini göstermeden korkutan mechul varlıklarla dolu.
Kapım kapalı. Açmak istemiyorum. Açarsam hastahanenin benim için hazırladığı felâketlerin hepsi birden içeri girecek sanıyorum.>>
Ben kısaca bedii (estetik), saf, berrak bir eser demek istiyorum. Bu cümlemin altını nasıl dolduracağınız sizin yükümlülüğünüzde olsun. 9/10 puan "elimde" kıyaslayacak pek örnekler olmadığı içindir. Zamanla bu puanı 10/10'a yükseltebilirim. Peyami Safa'ya içtenlikle teşekkür ediyorum.
Okuyunuz kemiğinize dokunsun.