Gönderi

"Oblomov, “Toplumla ilgili görmediğim, bilmediğim bir şey kalmadı!” dedi. “Neden aynı şeyleri yazıp dururlar ki sanki? Kendilerini avutuyorlar işte…” “Hiç de öyle değil: Gerçek, büyük bir gerçek! Komedi sanki… Sözü edilen kişiler çok canlı anlatılıyor. Tüccarlar, memurlar, subaylar, mahalle bekçileri çok canlı… Satırların arasında yaşıyorlar sanki…” “Bütün yaptıkları da bu zaten: Eğlence olsun diye, birini alıp anlatıyorlar, gerçeğe uygun anlattıklarını sanıp övünüyorlar da. Oysa hiçbirinde hayat yok: Hayatı anlama yok, duygu yok, sizlerin hümanizm dediğiniz şey yok. Yalnızca kendini önemseme var, o kadar. Sokaklarda yakalayıp hapse atıyorlar hırsızları, düşmüş kadınları kitaplarda anlatıyorlar. Yazdıkları öykülerde ‘görülmeyen gözyaşları’ duyulmuyor, ama yalnızca göze batan kaba bir alay ve öfke görülüyor.” “Daha ne istiyorsunuz? Çok doğru bu söylediğiniz: Fokur fokur kaynayan bir öfke, kötülüklerin üzerine amansız bir gidiş, düşmüş insanları aşağılama, alaya alma… Her şey var burada!” Birden parladı Oblomov: “Hayır, hepsi o kadar değil! Tamam, bir hırsızı, kötü yola düşmüş kadını, aldatılmış bir budalayı anlat, ama insanı unutma. İnsanlık nerede burada? Yalnızca kendi bildiğiniz gibi yazıyorsunuz.” Neredeyse öfkeli konuşmaya başlamıştı Oblomov, “Düşünce için kalbin gerekli olmadığını mı düşünüyorsunuz? Hayır, düşünceyi kalp besler. Düşen bir insanı kaldırmak için elinizi uzatın ona, ya da oturup başucunda acı acı ağlayın, ama alay etmeyin onunla. Sevin onu, onun da sizin gibi bir insan olduğunu unutmayın, kendiniz için ne yaparsanız onun için de aynı şeyi yapın… İşte o zaman okurum sizi, önünüzde saygıyla eğilirim…”
·
6 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.