Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

424 syf.
10/10 puan verdi
Kırmızı Kazak kitabıyla tanışmam bir diğer yazar Fatma Barbarosoğlu sayesinde oldu. Attığı bir twitte kitaptan sitayişle bahsediyordu. Merak ettim aldım. Okuduktan sonra da “İyi ki almışım.” dedim. Oluyor bazen, değer verdiğim yazarların bu tarzdan kitap paylaşımları o kitaba karşı bende merak uyandırıyor. Şimdi aynı şekilde bu kitabı okuduktan sonra da gördüm ki yaklaşık yirmi kitaplık liste oluşmuş önümde. Bir kitabın başka kitaplara pencere açması o kitabın zenginliğinden kaynaklanıyor. Yazarımız edebiyat ve felsefe eğitimi almış. Şu anda bir üniversitede ders veriyor ve Birgün gazetesinde de yazıyor. Kitaptaki denemeler burada yayınlanan yazıların ayıklanmışından oluşuyor. Kitapta en çok dikkatimi çeken şey yazarın bizzat hayat tecrübesiyle kitapta yer almasıydı. Bu tecrübeler hayatın içinden incelikler. Bir bakışta herkesin göremediği, ama belki ufak bir dikkatle fark edilen güzellikler. Beşiktaş ve oradaki yaşamın hareketliliği çokça var kitapta. Kitaptaki yazılar daha çok kahvehanelerde, çay bahçelerinde ve pastanelerde hayat buluyor. Kitapta hayıflanılan şey ise bu bahsettiğim yerlerin artık yavaş yavaş hayatın içinden çekilmesi, yerlerini zincir kafelere yahut diğer mağazalara bırakmasıydı. Hep hayran kalmışımdır. Yazarlar günlük olayları, ya da yaşanmışlıkları, karşılaşılan karakterleri, tipleri nasıl da okudukları kitapların kahramanlarıyla özdeşleştiriyorlar. Nasıl bir hafızadır bu anlamıyorum. Ben bir kitabı okuyorum, bir müddet âlemimde yer bulsa da anlatılanlar, sonrasında uçup gidiyor. Gerçi bazı yazarların işi bu, farkındayım. Çünkü onlar “edebiyatçı.” Onlar eserlerin kendilerinden ziyade karakterleriyle ve tipleriyle meşguller. Karşılaştırmalar yapıyorlar. Anlatılanlarla dönemin farklılıklarını irdeliyorlar. Biz ise çoğu zaman eğlencesine okuyoruz ve geçiyoruz. Meltem Gürle denemeleriyle bizi anılarına götürüyor zaman zaman. Türkçe öğretmenin kompozisyonuna sıfır vermesi benim de anılara gitmeme neden oldu. Meltem Gürle ortaokulda o kadar güzel yazdığı kompozisyondan, sırf imlası yok diye otuz üzerinden sıfır almış. Ve o günden sonra da Türkçe derslerini sevmez olmuş. Diyor ki yazarımız: “Hâlâ aynı tereddütle yazıyorum. Bir gün foyam ortaya çıkacak diye korkarak. Bir sabah virgülü yanlış bir yere koyacağım ve bütün hikayeyi mahvedeceğim, diye endişe ederek. Oysa şimdi sayfayı ne kadar karalarsam karalayayım, herkes sonuna kadar okuyor. Kimse hemen sıfırı basmıyor. Arkadaşız çünkü.” Bu yazılanlardan sonra şimdi bir Türkçe öğretmeni olarak gördüm ki, imla benim kompozisyonda dikkat ettiğim en son şeydi. Zorunluluktan otuz üzerinden yedi sekiz puan imlaya ayırırdım, ama aslolan neyin nasıl anlatıldığıydı. Çok da beğenirsem anlatılanları, imla mimla dinlemem, basardım otuzu. Özlemiş miyim ne öğretmenliği… Belki de.
Kırmızı Kazak
Kırmızı KazakMeltem Gürle · Can Yayınları · 2016191 okunma
·
361 görüntüleme
AkilliBidik okurunun profil resmi
Güzel bir inceleme olmuş, tebrikler... Tahsin Yücel de yıllar önce Orhan Pamuk'a çok sert eleştirilerle yüklenmişti aynı sebeple. Uzun cümlelerini, imla hatalarını vs... sıralayıp "Orhan Pamuk Türkçe bilmiyor, o yüzden yazar değildir." demişti hatta. Biçim özün önüne geçince sevimsiz oluyor. Kişinin anlatacak bir fikri, bir derdi varsa, yaptığı işe özeni ve saygısı varsa biçime takılmadan özünü anlamaya çalışmak lazım. Sadece edebiyatta değil, her alanda hatta... Tipine bakıp beğenmediğimiz insanların söylediklerini kaale almamamız; hoş görünüyor, oturup kalkmasını daha iyi biliyor diye kimilerini gereksiz yere pohpohlamamız da aynı sebeple.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.