Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

221 syf.
10/10 puan verdi
Dağcı'yı okurken, Aytmatov'u okuduğumda hissettiklerimi hissediyorum. Nasıl oluyor da her kitabında savaşı, sürgünü, acıyı, hüznü, kederi, hasreti her seferinde anlatacak o kadar kelime bulabiliyorlardı? Nasıl oluyordu da her seferinde farklı kelimelerle aynı duyguları hissettirebiliyorlardı? Kitaptaki #62299239 #63317965 bu iki alıntıyı ve 151. sayfada 'Kırkbeş Yıl Boyunca Kırımsız Yaşadı Diye Gözlerini Hayata Kırım'ın Uzağında Yumacağını mı Sandılardı?' başlığını okuyunca aslında Dağcı'nın ömrü boyunca tek isteğinin, kendi için tek temennisinin gözlerini hayata Kırım'da yummak olduğunu hissettim. Bunu daha önceki kitaplarından birinde de hissetmiştim. Çünkü Dağcı, kitaplarında karakterlerinin ağzından hep bunlara değinirdi. Ancak kendi yazgısında kaleme aldığı karakterler gibi şanslı olamayıp gözlerini hayata sürgün(yerin)de kapatsa da, aslında yaşadığı yerde dahi hep Kırım'ı gördüğü için, hep içinde Kırım'ı canlı tuttuğu için, hiç unutmadığı için ben kendisinin sürgünde, Kırım'ın uzağında öldüğünü düşünmüyorum! O ömrü boyunca fiziken Kırım'da olmasa bile, ruhen hep Kırım'la yaşadı ve Kırım'la öldü. Belki çok acılar çekti, çok hasretlik çekti vatanına ama o yazmamış ya da bu kitapların hiçbirini kaleme alamadan hayata gözlerini yummuş olsaydı, biz bu acılardan bihaber olacaktık. Belki bencilce bulanlar olacak üstteki cümlemi ama ezcümle demek istediğim bunca acıyı yaşamış maalesef, ancak bunların hissettirdiklerini iyi ki sadece kendine saklamamış da kaleme almış ve iyi ki de okumuşuz. #62300120 Bu alıntıya ait satırlarda; bunları yazarken gurbette, vatan hasreti çeken insanların hissettiklerini, kendi hissettiklerini, vatanlarını yüreklerinde nasıl yaşattıklarının tasvirini yapıyor âdeta Cengiz Dağcı. Kitabın arka kapağında "... öyküyü yazdığım sürece, ihtiyar Savaşçı ve Melek Hanım'la birlikte, kendimin de bugünkü Gurzuf'a ve Kızıltaş'a döndüğümü, ötekiler gibi, kendimin de cenaze törenine katıldığımı, ve ötekilerle birlikte Gurzuf'un anacaddesinden geçip bayırdaki eski mezarlığa girdiğimi hisseder gibi oluyorum. Öykünün değeri mi? Önemli değil. Bu kadarı yeter bana." yazıyor. Bu ifadeler, Dağcı'nın kitaplarını okurken sıklıkla aklıma gelen "... acaba Dağcı da böyle mi hissediyor, acaba bunları o da yaşadı mı?" düşüncelerimin cevabı niteliğinde benim için. --------------------------------------------------------------------------------- * Kitapları sonradan hatırlamak üzere inceleme yazdığımdan bu kısım ipucu (spoiler, süprizbozan, tatkaçıran) içerir. Kitabı henüz okumayanlar lütfen bu kısmı atlasın. Kitap, 1 yıl askerlik ve talim, sonrasında ise 4 yıl süren savaşın ardından yurduna dönen Savaşçı'nın dönüş yolunda köyünde karşılaştıkları ile başlar. Dönüş yolunda yollarda ölüler görür Savaşçı. Evler boşaltılmış, talan edilmiştir. Bir yerde oturup olanları düşünürken Melek hanımla karşılaşır. Melek hanım köydeki 33 çocuğu yanına almış telgraf binasının önünde toplamıştır. Savaşçı'yı görünce yanına gider, onunla çok konuşmadan da olsa birbirlerine yoldaş olurar o vakitten sonra. Melek hanım çocukların yanına götürür Savaşçı'yı. Çocuklar Melek hanım ve Savaşçı'nın etrafına doluşur. Sonra kamyonlar gelir. Kamyonlara doluşurlar zorla. Birkaç gece süren yolculuktan sonra pencerelerine tahtalar çakılmış yük treniyle sürgün edilirler. Savaşçı 32, Melek hanım 28 yaşlarındadır. Savaşçı, Melek hanım ve çocukların olduğu vagona birkaç kişi daha eklenir, yaşlı bir dede ve torunu da. Bu günler süren yolculuk sırasında vagona aldıkları dede ve birkaç kişi dışında çocuklardan 13'ü ölür. Ölenleri tren durduğunda indirip yola devam ederlar. Sonrasında çocuklardan 4'ü daha ölür. Nihayet yolculuk bittiğinde hiç bilmedikleri bir yere Özbekistan Sovyet Cumhuriyeti'nin Taşkent şehrindeki bir bölgeye getirilirler. Ama kitap boyunca burası onlar için Taşkent değil, Sürgünyeri. Kitabın sonlarında adı geçmektedir. Sürgünyerine geldiklerinde sağ kalan 16 çocuğa; 15 kız, 12 oğlan daha eklenir. Kendilerine küçük bir ev(!) verilir. Vagonda kendileriyle gelen çocuklardan 14'ü Sürgünyerindeki öksüzler yurduna verilir. Yanlarında kalan adları Ayşe ve Memet olan iki çocuğa; Numüne ve Atik isimlerini eklerler. Melek Hanım ve Savaşçı'nın yıllar içinde Alim, Alimcan, Alimgir ve Alimseyit adında dört çocuğu olur. Yıllar geçer Sürgünyeri'nde çocukları büyür, okuyor, güzel yerlere gelir. Atik ve Numüne de evlenir. Kitapta Savaşçı'nın yaşlılık dönemleri anlatılmaktadır. Savaşçı, yılların yorgunluğu ve yurt hasretinin üzüntüsüyle kalp rahatsızlığıyla baş etmeye çalışmaktadır. Günlerini Sürgünyeri'ndeki ağacın altındaki peykede geçirir, karşıki dağlara bakarak. Savaşçı'nın derin üzüntüsünü hisseden Melek hanım oğullarından Alimcan'a artık babasının sona yaklaştığını bu yaz Kırım'ı görmezse, hayata Kırım'ı görmeden gözlerini yumacağını söyler. Dönemin siyasi iklimi sebebiyle Kırım'a gitmek o kadar kolay değildir, ancak babasının isteğini yerine getirmek için hazırlıklara başlarlar. Birkaç ay sonra sürgünden 45 yıl sonra, yani Savaşçı 77 yaşındayken Kırım'a giderler. Kırım'dan 45 yıl önce bir sürgün treniyle ayrılan Savaşçı yine trenle oraya gitmek ister. Hastalığı sebebiyle bu zor olsa da babasını inadından vazgeçiremez ve kabul eder Alimcan. Tren yolculuğu iki gün iki gece sürer. Akmescit'in 20 km ilerisinde olan Beşterek'e giderler Atik ve Numüne'nin yanına. Atik ve Numüne de 7 yıl önce gitmişler Kırım'a. Sürgün edildiklerinde yaklaşık 15 yaşlarında olan Atik ve Numüne'yse artık 60 yaşına yakındırlar. Torun torbaya karışmıştır artık Atik ve Numüne de. İhtiyar Savaşçı ve Melek hanım büyük bir coşkuyla karşılanırlar. Bir gece dinlendikten sonra Gurzuf yolunu tutarak köylerine giderler. Yalnız, Memişin Deresine varmadan Savaşçı yola yürüyerek devam etmek ister. Öyle de yapar. Melek hanım, Atik ve Alimcan kendisini arabayla ileride bekleyeceklerini söyleyip ayrılırlar oradan. Memişin Deresinin yolunda fenalaşır Savaşçı. Ancak güçlükle de olsa ilacını aldıktan sonra rahatlamıştır. Biraz yürüdükten sonra köyünde -sanki her şeyi film çeker gibi zihnine kaydetmek istercesine etrafına baktıktan sonra- ağacın dibinde son nefesini verir. Onu bulan yakınları bu sonu tahmin etmiştir. Atik hemen cenazenin Gurzuf mezarlığına defni için çalışmalara başlar. Ancak bu kolay olmayacaktır. Oradan oraya sürüklenirler. Bunu duyanlar protesto yürüyüşü düzenlerler. Nihayet gerekli izinler alınır ve Savaşçı, Gurzuf mezarlığına defnedilir. Melek hanım Sürgünyeri'ne döner bir süre sonra ancak iyice hayat ışığı sönmüştür gözlerinde. Savaşçı'nın ölümünden iki yıl sonra, bir gün evinde kriz geçirir ve onu Gülnara hanım bulur evinde. Hemen oğluna haber verir. Alimcan gelir ve annesini hastaneye götürür. Kriz sonrası sol kolunu hareket ettirememektedir Melek hanım. Atik, Melek hanımın durumunu gördüğünde onu orada bırakmaya gönlü razı gelmez. Onu Beşterek'e götürür. Orda Atik'in eşi bakar Melek hanıma. Melek hanımın durumu bir hafta sonra kötüleşir. Doktor hastaneye yatması gerektiğini söyler ancak Melek hanım bu öneriyi reddeder. Kısa bir süre sonra Melek hanım yatağında vefat eder. Onun için de Gurzuf'ta cenazesinin defin işlemlerini Atik yürütür. Bu sefer o kadar zor olmaz. Gurzuf mezarlığına Savaşçı'nın yanıma defnedilir Melek hanım. Bundan sonra "Öykü Yerine" başlığıyla kitabın son bölümü çıkıyor karşımıza. Burada Melek hanımın ölümü sonrası dostu ve komşusu Gülnara hanımın hayatından bahsedilir. Gülnara hanım Savasçı ve Melek hanımın vefatindan sonra oldukça çökmüştür. Sürgünün üzerinden elli yıl geçmiştir. Bir gün Savaşçı'nın evinin kapısının önünde bir araba görür Gülnara hanım ancak üzerinde durmaz. Çünkü boş kalan evlere birileri yerleşmektedir o günlerde. Onlardan biri olduğunu düşünür. Oysa gelen Atik'tir. Evin satışıyla ilgili işlemler için gelmiştir. Gülnara hanımın evine de gelir. Onu böylesine çökmüş bir halde görünce üzülür. Kendisini Kırım'a götürmek istediğini söyler bir süre sonra. Ancak bunu çok istese de kocası Seyit-Veli'nin mezarı Sürgünyeri'nde olduğu için kabul etmez Gülnara hanım. Zaten kendisi için vaktin yanaştığını düşünmektedir. Bu yüzden kendilerine zahmet vermek istememektedir. Ancak Atik'in 'Kırım'ın dirilerinin yanı sıra artık ölülerinin mezarlarına da ihtiyacı olduğunu' söylemesi üzerine Kırım'a dönmeye karar verir. Ertesi gün kocasının mezarı başına gidip bu kararını söyler. Ona Kırım'ın toprağını getireceğini ve toprağı mezarı üstüne koyacağını söyleyerek evine döner. Evi önünde Atik'i görür ve beraber eve dönerler. Kitap da böylece sona erer. ----------------------------------------------------------------- Bu kitabı okurken sonlarına doğru uzun bir mola verdim. Dikkatim oldukça dağınıktı. Daha sonra tekrar okumaya karar verdiğimde baştan başladım okumaya. Bitmesin istemiştim bu kitap. Aynı yerleri tekrar okusam da keyif aldım. Okurken aklımda hep aynı melodi... Biz Kırım'da Çıkanda türküsü çaldı durdu zihnimde. Ne zaman kitabı elime alsam bu türkü çalıyor zihnimde, hele o sürgün trenlerinden bahsettiği yerlerde! Dağcı'nın bu romanıyla sanki o 'Kara Mayıs' dedikleri gecenin belgeselini çektim zihnimde. O kadar gerçekçi bir şekilde yazılmış ki!.. Etkilenmemek elde değil. Kitabı okurken neler neler geçti aklımdan da, şimdilik aklıma bu kadar geliyor. Ben bu kitabı çok sevdim. Adanmış bir hayat okumak isteyen herkese de tavsiye ederim. Keyifle okumalar... ** Yukarıda bahsettiğim Biz Kırım'dan Çıkanda türküsünün bağlantısını paylaşıyorum. Keyifle dinlemeler... youtu.be/W_okjn_Vv2M
İhtiyar Savaşçı
İhtiyar SavaşçıCengiz Dağcı · Ötüken Neşriyat · 2017146 okunma
·
146 görüntüleme
Mehmet Y. okurunun profil resmi
Elinize sağlık hocam. Kitabı tekrar okumuş gibi oldum. Cengiz Dağcı sayesinde fahri bir Kırımlı sayarım kendimi. İyi ki yazmış, anlatmış bunları... Biz Qırım’dan çıqqanda, Qar yağmadı qan aqtı. Anam, babam, qız qardaşlarım, Qozleri tolu yaş qaldı.
RT okurunun profil resmi
Teşekkür ederim Mehmet hocam. Kırım'ı sizin kadar çok okumadım o nedenle kendimi Kırımlı sayamasam da, okurken hüzünleniyorum. Kaçaredim men akyar'dan Karadeniz bolmasa Asaredim öz özümnü Annem babam bolmasa.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.