DÜŞ SEMİNERİ
Yeryüzünde dört katrilyon kişi.
Hepsi uykuda, hepsi düş görüyor.
Her düşte yüzler yığınla, gövdeler de-
düşte görülenlerin sayısı bizden
daha fazla. Ama yer kaplamıyorlar...
Belki de bazen uyukladığınız olur tiyatroda,
oyunun yansında gözkapaklannız kapanır.
Bir an için üst üste iki kare belirir gözünüzde,
düşe dalmadan önce gördüğünüz sahne.
Sonra sahne gözden kaybolur, siz varsınızdır.
Dürüst derinliklerin tiyatrosu!
Fazla çalışmış olan yönetmenin gizemi!
Durmadan yeni oyunların ezberlenmesi...
Bir yatak odası. Gece.
Kararan gökyüzü akıp geçiyor odanın içinde.
Birinin uyurken elinden düşürdüğü kitap
hala açık,
yaralanmış serili duruyor yatağın yanı başında.
Uyuyan kişinin gözleri kımıldıyor,
hızla bir başka kitaptaki harfsiz bir metni
izliyor-
yaldızlı, eskiden kalma bir metni.
Göz kapaklarının içindeki manastırın duvarlarına
yazılmış baş döndürücü bir komedya.
Eşi olmayan bir kopya. İşte, tam şu anda.
Sabah sabah, silindi.
Bu büyük kaybın gizemi!
Yok etme. Sanki üniformalı şüpheli adamlar
turisti durdururlar, fotoğraf makinesini açar,
filmi çıkararak gün ışığının
resimleri yakmasını sağlarlar:
düşler de gün ışığıyla böyle karartılır.
Yok edilmişler midir, yoksa yalnızca
görünmez mi olmuşlardır?
Bir çeşit sürüp giden görünmez
bir düş görme vardır. Işık başka gözler içindir.
Sızan düşüncelerin yürümeyi öğrendikleri bir bölge.
Yüzler ve biçimler yeniden bir araya gelirler.
Göz kamaştırıcı güneşin altında bir caddede
yürüyoruz insanların arasında.
Ama belki de onlar kadar -belki de daha fazla-
görmediğimiz
başkaları vardır her iki yanda yükselen
karanlık binalarda.
Bazen içlerinden biri pencereye yaklaşıp
aşağıya bakar, bize.