"bir kentten daha geçtim
buğdayları yakıyorlardı
yedikleri pirinçti
birbirlerine açılan borular gibi üfürüyorlardı
sonra birbirlerinden borular gibi çıkıyorlardı
pirinçler gibi çoğalıyorlardı
atlarını yalnız atlarını cana yakın buldum
öpüp çıkıp gittim yelelerini"
Sezai Karakoç'un her gün Yenikapı'daki kahvehanelere giderek 40 günde tamamladığı 40 ayrı şiir gibi gözüken uzun bir şiirin, daha doğrusu bir yolculuğun kitabı. Şair her şiirde başka bir yerde Hızır(a.s) ile mi buluşmaktadır yoksa Hızır'laşmakta mıdır? Daha çok bir duruştadır, karşısına çıkan duvarlara kendince bir karşı duruş sergileme arayışındadır bence.
Çokça din tarihinden imgeler ve olaylar bulabileceğiniz, kah Bağdat'ta kah Mekke ve Medine'de, kah İstanbul'da kah Urfa'da, Kah Yunus olup balığın karnında, kah Eyyub'un sabrında, kah Musa ile çobanlıkta... Ehl-i Kitab'a ait birçok kıssa ve olay sembol olarak var kitabın içinde. Bu sebeplerle anlam olarak kapalı, kendini herkese açmayan şiirler var karşımızda.