Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

328 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
7 günde okudu
Béla Tarr’ın filmleri (bilhassa Şeytan Tangosu) olmasaydı belki de kitabı okuma ihtimalim olmayacaktı. İyi ki sinema, edebiyatın hatırlatıcısı rolünde karşıma çıktı bu kez. Böylece bu güzel eseri okuyabildim. Edebiyat ve sinema ilişkisi oldukça çetrefilli bir birliktelik; sinemaya uyarlandığında eserin özgünlüğüne sadık kalınmaması ya da ne denli aslını yansıtıp yansıtmadığı tarzı tartışmalarla dolu. Ayrı bir konu, bununla ilgili kitaplar yazılmış, daha da yazılır. Burada biraz yazarın sinema ile ilgili bağlantısından söz etmek gerekiyor, çünkü László Krasznahorkai, Béla Tarr’ın filmografisinde yönetmenle birlikte, çoğunun senaryosuna imzasını atmış bir senarist aynı zamanda.(1) Béla Tarr sinemasının, Tarr’ın eşi (yardımcı yönetmen) Ágnes Hranitzky ve “Besteci olmasaydı filmler, şu anda oldukları filmler olmazdı.” dediği ‘Satantango’ (Şeytan Tangosu) filminde Irimiás karakterini de canlandırmış olan, ‘Sonbahar Almanağı’ndan itibaren Tarr filmlerinin müziğini yapan besteci Mihály Víg ile birlikte temel taşlarından biridir. Filmle ilgili kısa öyküsüne değinirsek: “Tarr’a 1985 yılının başında, edebiyat eleştirmeni Peter Balassa onun filmine uygun bir malzeme olabileceğini düşünerek genç bir Macar yazarın, László Krasznahorkai’nin el yazmalarını verdi. Bu, Krasznahorkai’nin basılacak ilk romanı ‘Satantango’ydu. Krasznahorkai o dönemde yalnızca edebiyat dergilerinde bazı kısa öyküleri yayınlanmış, Tarr kadar ünlü olmayan bir yazardı (Tarr’dan sadece bir yaş büyüktür). ‘Satantango’ yıl içinde basılıncaya kadar Tarr, Krasznahorkai ile kitabının filmini yapmak konusunda anlaşmıştı.” (
Bela Tarr Sineması
Bela Tarr Sineması
, Bölüm 3, Tarr Biçemi, s. 67) İnsanda, oluşması bir çok unsura bağlı olarak farklılık gösteren, tanımlanması hayli zor olan öznel bir “kıstas süzgeci” mevcut. Hasbelkader bir yazarın bir eserini okursunuz, “bir şey(ler)”size dokunur, sizi kucaklar ve kıstas filtreniz çalışmaya başlar. Hakkında bir iki kurcalama yaparsınız, başka bir eseri veya söyleşileri gibi, derken “gönül ve us terâzinize vurursunuz” ve tamamdır; artık yazdığı, yazacağı bütün eserlerin tarafınızdan okunma yolu açılmıştır. Sinema yönetmenleri için de geçerli aynı süreç, size temas edip filtreden de geçti mi, artık bütün filmlerini keyifle seyredebilirsiniz. Buna “koşulsuz hayranlık” da denebilir ama ne tür? Şöyle ki, bütün eserlerini şartsız ve keyifle okuyor ya da izliyorsam ve temel nedeni de, bir eseri okuduğum ya da izlediğimde “yazar, yönetmen benden önce davranıp bana tercüman olup, yazmış, çekmiş” diye düşünüp, hissetmemse, bu koşulsuz hayranlık aslında hayranlıktan ziyade bir çeşit, içimdeki bahçede “kendime rastlayıp” özümle muhabbet ederek yaban otlarını temizliyor olmamdır belki de… İşte Béla Tarr ile László Krasznahorkai, yukarıda sözünü etmeye çalıştığım yönetmen ve yazarlardan ikisi benim için. Başta, kitabı bir anlamda film sayesinde keşfettiğimi belirtmiştim. Verdikleri keyif bakımından, yerleri farklı ve değişik olsa da kitapla filmi birbirinden ayıramıyorum doğrusu, birbirlerini tamamlıyorlar. Şeytan Tangosu yazarın ilk romanı fakat hiç de bir “ilk” gibi durmuyor. Pek çok edebiyat eleştirmeni tarafından Macar edebiyatının yaşayan en önemli yazarı kabul edilmesi boşuna olmasa gerek. James Wood, 2011’de ‘New Yorker’da “Madness and Civilisation” (Delilik ve Medeniyet) başlığıyla yayımlanan portre yazısında, Krasznahorkai’yi “zorlu, kendine özgü, takıntılı ve öngörülü Macar yazar” olarak tanımlıyor. Marina Warner, “Bugün hepimiz ‘Tıpkı bir Kafka öyküsünde olmak gibi’ diyoruz, çok geçmeden hepimizin tıpkı bir Krasznahorkai öyküsünde olmak gibi diyeceğimize inanıyorum” diyor. Krasznahorkai, ‘Guardian’a verdiği bir söyleşide edebiyattaki tek kahramanının “Kafka’nın eserlerindeki K” olduğunu söylüyor; ‘The White Review’a verdiği söyleşide ise “Kafka’yı okuduğum zaman Kafka’yı düşünüyorum. Kafka’yı düşünmediğim zaman Kafka’yı düşünmeyi özlüyorum. Bir süre onu düşünmeyince, tekrar kitabını çıkarıp okumaya başlıyorum” diyor. Teknolojik oyuncaklarının haricinde insanlık, 80’li yıllarda kaleme alınan bir Macar köyünden fazlası değildir. Milyonlarca yıllık bir öykünün tutsağı olan insanlık da hâlâ aynı zaman kapsülünün içinde erimektedir. Krasznahorkai’nin okuyucuyu zorlayan modern formunun içerisinde melankoli, bir tutam distopya, kaybolma, unutulma, şüphe ve kaçınılmaz olana karşı sürdürülen nafile çaba tematik olarak sıklıkla yer alır. Paragraflarla anlatısını bölmeyi sevmediğinden, okurunu anlatı içinde ilerlemeye mecbur bırakır. Realizmin doruklarında başlayan Şeytan Tangosu romanı, ilerleyen sayfalarla birlikte Mesih inancına ait bir alegoriye ve kara mizaha dönüşür. Şeytanî olanın günlük versiyonlarıyla ilintilidir. Gittikçe çözülüp dağılan bir öykü formu içerisinde karakterlerinin savrulup duruşu tangoyu anımsatır. Öykünün felsefi formunu Béla Tarr’ın “Karhozat” (1988) filmindeki karakterinin ağzından dökülen kelimelerle özetlemeyi deneyelim: “Her öykü bir çözülme/dağılma/ayrışma öyküsüdür.” Şeytan Tangosu romanının bölümlerinde de şekilsel olarak anlatı dışında bir gönderme mevcuttur. Tıpkı tangodaki 6 ileri 6 geri hareket gibi, bölüm numaraları 1’den 6’ya devam ettikten sonra geriye doğru giderek 1’e ulaşır ve çözümlemeyi tamamlar. Krasznahorkai, çözülme aşamasının ortaya çıkaracağı soruları cevapsız bırakır. Bir kurtarıcı bekleyişindeki köylüleri yönlendiren Irimiás’ın şeytanî olup olmadığından, asıl ajandası hakkında açığa çıkabilecek soruların cevabından da okuru uzak bırakır. “Herkesin kendi anlamını çıkarıp, öyküyü istedikleri şekilde deneyimlemelerini arzu ettiğini,” belirtir. (…) Krasznahorkai, zaman ve uzama sıkışmayan öyküler anlatmakta en önemli ilham kaynakları arasında, zamana ve uzama hapsolmayan bir başka yazarı, Kafka’yı işaret eder. ‘Le Matricule des Anges’deki röportajında, “Kafka olmasaydı, asla yazamayacaktım,” der. ‘Guardian’daki röportajında ise hiçbir zaman yazar olmak istemediğini, her zaman dünya edebiyatındaki büyük isimlere hayranlık duymasına karşın, asla onların arasında sayılmayı hayal edemediğini belirtir. Ve onun için her yazdığı kitap bir hayal kırıklığıdır: “İyi, kusursuz bir kitabı hayal edebiliyorum ancak yazamıyorum, benim sürecim de bu. Her hayal kırıklığının ardından bir kez daha ve bir kez daha denememe izin verin, içinde yaşadığım Beckettvari kafeste…” (2) László Krasznahorkai’nin bir söyleşisindeki sözleriyle noktalayalım: “Eğer kitaplarımı hiç okumamış okurlar varsa, onlara okuyacakları bir şey öneremem; bunun yerine onlara, dışarı çıkıp, bir yerlerde, belki bir derenin kıyısında yapacak hiçbir şeyleri olmadan, düşünecek hiçbir şeyleri olmadan, taş gibi sessiz oturmalarını öneririm. Eninde sonunda benim kitaplarımı okumuş birine denk geleceklerdir.” (1) Kárhozat (Lanetlenme-1987), Sátántangó (Şeytan Tangosu, 1994, László Krasznahorkai’nin yazdığı ‘Sátántangó’ (Şeytan Tangosu) adlı romana ithaf), Werckmeister harmóniák (Karanlık Armoniler, 2000, László Krasznahorkai’nin ‘Az ellenállás melankóliája’ adlı romanından yola çıkarak yazılmıştır), A Londoni férfi (Londra’daki Adam, 2007, László Krasznahorkai’nin ‘L’homme de Londres’ adlı romanından yola çıkarak yazılmıştır), A Torinói Ló (Torino Atı, 2011, László Krasznahorkai’nin ‘Legkésőbb Torinóban, ‘Megjőtt Ézsaiás’, ‘Járás egy áldás nélküli térben’ ve ‘Megy a világ’ adlı metinlerinden yola çıkarak yazılmıştır) ile arada, 1989’da, 32 dakikalık ‘Son Tekne’ (László Krasznahorkai’nin “Son Tekne” ve “Berberin Ellerinde” adlı öykülerinden yola çıkarak yazılmıştır). (2) M. Salih Kurt, “Dün, Bugün Ve Sonsuzluk”, 27.09.2013, Eskimeyen Kitaplar. Tamamı: eskimeyenkitaplar.com/dun-bugun-ve-so...
Şeytan Tangosu
Şeytan TangosuLaszlo Krasznahorkai · Can Yayınları · 201389 okunma
··
943 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.