Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Hakan Özer

Hakan Özer
@ehozer
Kitaplar güzeldi. Büyük laflar etmek eşsizdi. Kitaplarda yazılanları paylaşmak... yetmiyordu. Bir sigara daha yaktı. Daldı karanlığa.
Yazyalnızı - İki Deli Derviş
Yazyalnızı - İki Deli Derviş
Behçet Çelik
Behçet Çelik
1129 okur puanı
Kasım 2017 tarihinde katıldı
Şu anda okuduğu kitap
Sabitlenmiş gönderi
Biz de yıllardır içimize attıklarımızı -kırıklıklarımızı, tökezlemelerimizi, pişmanlıklarımızı, kaçırdıklarımızı, yetişemediklerimizi, özlediklerimizi, cesaret edemediklerimizi, kof cesaretlerimizin ardından yere yıkılışlarımızı, yediğimiz azarları, çıkmayan seslerimizi, kendimize bile fısıldayamadıklarımızı, açılamadıklarımızı, yeri, zamanı
Sayfa 73 - "YAZ BİTTİ" DİYORLARKitabı okudu
Reklam
Uzun yıllardır süren dostluğumuza karşın, aramızın fevkalade iyi olmasına karşın, pek çok şey paylaşmamıza karşın, aslında kendisini çok da iyi tanıdığımı sanmıyorum. Bir garipliği var, bir donukluk ya da bulanıklık, yabancı geçmişi onu aslına uygun olarak görmemizi engelliyor, sonuçta anlaşılmaz kılıyor sanki. Belli bir yaşa varan kişilerin çoğunun ne istedikleri, neyi hedefledikleri bilinir ya da sezilir, gerçekten neyle ilgili oldukları ya da en azından vakitlerini neye harcamaktan hoşlandıkları. Onu ise tam bilemiyorum, yani kesin kes.
Sarhoş olmuştu Cromer-Blake, herhalde benden çok daha fazla, ama haftada bir Tayloriana kitaplığında yapılan seminerlere bir başka üniversiteden davet edilen meslektaşlarından birini mahvetmek amacıyla yaparkenki gibi, kararlı ve rahatça konuşuyordu (bir "bahar meltemi", bir "aldatmaca" saydığı Garcia Lorca'nın yaşamını öven araştırmacılara pek acımasız davranırdı: Benim dilimdeki eski zaman argolarını kullanmaya da bayılırdı).

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Tuhaf bir yaşantısı olmuş, ta yaşlılıklarında dönünceye ya da ilk kez gelinceye değin yurtları bir addan ibaret olan yığınla İngilizinki gibi. Şimdilerde onlardan pek fazla kalmadı, tükenmek üzere olan bir tür.
Hiç kimse kadınlarla erkeklerden başka şey düşünmüyor, günün tamamı belli bir an duraklamak ve onları düşünmek için yapılan işlemlerden ibaret, işin ya da dersin bitmesinin hedefi nihayet onları düşünebilmekten başka şey değil, onlarla birlikteyken bile onları düşünürüz, en azından ben öyleyim. Ayraç içinde olan onlar değil, dersler, araştırmalar, okumalar, yazmalar, konferanslar, törenler, akşam yemekleri, toplantılar, mali işler ve ayak oyunları, burada etkinlik saydığımız şeylerin tamamı. Üretici etkinlik, para ve güvence ve saygınlık getiren ve bizi yaşatan, bir kentin ya da bir ülkenin işlemesini, düzenli olmasını sağlayan etkinlik. Sonra da bize olanca yoğunluğuyla onları düşünmeye odaklanma iznini veriyor. Bu diyarda bile bu böyle, iddialarımıza ve ünümüze karşın, bizim kendimizin de inanmaktan hoşlandığımızın tersine. Ayraç içinde olan budur, öbürü değil. Yapılan her şey, düşünülen her şey, ondan sonra düşünülen ve kotarılan başka her şey onları düşünmek için bir araçtır. Savaşlar bile yeniden düşünmeye dönebilmek, erkeklerimizin ve kadınlarımızın saplantılı düşüncesini yenilemek içindir, bizim olmuş olanların ya da olabileceklerin, zaten tanıdıklarımızın ve asla tanıyamayacaklarımızın, genç olmuş olanların ve ileride gençliğe varacakların, yataklarımızdan geçmiş olanların ve asla geçmeyeceklerin düşüncesini."
Reklam
"Amma da salağım" diye düşündüm, "sanki neden daha verimli ve ilginç şeylere kafa yormuyorum? Kan bağı bulunmayan kimselerle ilişkiler asla öyle olmaz, davranış çeşitleri çok sınırlıdır, sürprizler sahtedir, atılan adımlar protokoldür, çocukçadır her şey: Yaklaşmalar, iltifatlar, uzaklaşmalar; tam doyum, çekişme, kuşkular; güvenler, kıskançlıklar, bırakışlar, gülüş; hepsi daha başlamadan bıktırır insanı.
Aynı zamanda dostumuz olanlardan daha büyük düşman da yoktur. Cromer-Blake Hintli doktor Dayanand'ı bana hep can dostu olarak tanıtmıştı, bu da kendisine aynı zamanda tam bir can düşmanı sayılma olanağını sağlıyor.
Yine de bu kentte baba figürünü hatta anne figürünü bile canlandırması için ona güvenemem, o figür herkes için her zaman ve her yerde var olmalıdır, kaç yaşında olursak olalım ve ne kadar iyi korunursak korunalım. O figürleri en yaşlı ve en güçlü adamlar bile ömürlerinin sonuna değin gereksinirler, ve onları bir kimsede canlandırmada güçlük çekmeleri ya da bu konudaki yeteneksizlikleri gereksinimlerini ortadan kaldırmaz, onları arayarak kurdukları hayalleri de yoksunluk duygusunu engellemez: Onları ille de istemelerini ve beklemelerini ve düşlemelerini engellemez.
Burada kimsenin hakkında bir şey bilmediği, kimsenin umursamadığı, yaşamının hiçbir önemli noktası bilinmeyen ve kentte yerleşip kalmayacağı kesin bir yabancı değilim sadece, daha vahim ve belirleyici olan, burada beni ne çocukluğumda ne gençliğimde tanımış hiç kimsenin bulunmayışı. Beni altüst eden şey bu, artık dünyada olmamak ve daha önce bu dünyada bulunmamış olmak. Kişiliğimin hiçbir tanığı bulunmayışı, her zaman suyun içinde bulunmamış olmak. Cromer-Blake benim hakkımda bir şeyler biliyor bir süredir, benden önce Madrid'den ve Barcelona'dan gelenlerden dolayı. Ama hepsi bu, benim henüz bir çehrem yokken, ben bir isimden ibaretken edinilmiş veriler bunlar. Yine de bu -aracılar yoluyla arkadaşlık- kendisinin artık bu kentle aramdaki en güçlü bağ, sorulması gerekli soruları soracağım ve burada herhangi bir sorunla, hastalıkla, iftirayla ya da ciddi bir kötülükle falan karşılaştığımda hep başvuracağım kimse olmasına yeterli neden.
Çılgınlık durumumun tam bilincine erişmem, Clare Bayes'in bakışında beklenmedik biçimde çocukluğumun beliriverişinden kaynaklanmış da olabilir, zira kişinin dünyada en yerleşik olduğu dönem çocukluk dönemidir ya da, tam çocuklar gibi söylersek, dünyanın en çok dünya olduğu, zamanın daha özlü olduğu ve ölülerin henüz yaşamın yarısını kaplamamış oldukları çağdır.
Reklam
O kentteki ikametimin bir çılgınlığa yol açmasının bir bakıma hiç özel yanı yoktu, öyle ya, orada yaşayanların hepsi tedirgindir ya da psikolojileri bozuk kişilerdir. Çünkü dünyada değildirler, bu da oradan çıkıp dünyaya (örneğin Londra'ya) adım attıklarında soluksuz kalmalarına, kulaklarının çınlamasına, denge duygusunu yitirip tökezlemelerine ve alelacele yaşamlarına olanak veren ve yaşamlarını koruyan kente geri dönmek zorunda kalmaları için yeterlidir: Oxford'dayken zamanın içinde bile değildirler. Oysa ben zamanın da dünyanın da (örneğin Madrid'de) içinde bulunmaya alışkındım, dolayısıyla benim sapıtışım, o gece fark ettiğim gibi, başka bir türden olmalı, belki de kuralın tersine işlemeliydi. Hep dünyanın içinde bulunmuşken (yaşamımı dünyada geçirmişken) apansızın kendimi dünyanın dışında görüyordum, sanki bir başka fiziksel ortama, suya taşınmış gibiydim. Çılgınlık durumumun tam bilincine erişmem, Clare Bayes'in bakışında beklenmedik biçimde çocukluğumun beliriverişinden kaynaklanmış da olabilir, zira kişinin dünyada en yerleşik olduğu dönem çocukluk dönemidir ya da, tam çocuklar gibi söylersek, dünyanın en çok dünya olduğu, zamanın daha özlü olduğu ve ölülerin henüz yaşamın yarısını kaplamamış oldukları çağdır.
Şu anda belleğimi ve kalemimi bu nedenle zorluyorum, çünkü biliyorum ki böyle yapmazsam giderek hepsini kafamdan silerim. Ölüleri de, oysa bizim yaşamlarımızın yarısıdırlar, canlılarla birlikte yaşamı oluşturur onlar, birilerini öbürlerinden ayıran da belirleyen de nedir, bilinmesi kolay değildir aslında; yani, canlıları, hayattayken tanımış olduğumuz ölülerden ayırmak demek istiyorum. Ve yazmazsam giderek Oxford'daki ölüleri kafamdan silerim. Benim ölülerimi. Kendi örneğimi.
Oxford kentindeki ikametim sona erdiğinde, herhalde, hafif bir çılgınlığın öyküsü olacağını o akşam fark ettim; orada başlayan ya da olan her şey oradaki genel çılgınlıktan etkilenmeye ya da onun rengini taşımaya mahkûm olacaktı, o nedenle aslında hiçbir çılgın yanı bulunmayan yaşamımın bütününde bir hiç olacaktı: Dağılıp gitmeye, romanlarda anlatılan öyküler ya da düşlerin hemen tümü gibi unutulmaya mahkûmdu. Şu anda belleğimi ve kalemimi bu nedenle zorluyorum, çünkü biliyorum ki böyle yapmazsam giderek hepsini kafamdan silerim. Ölüleri de, oysa bizim yaşamlarımızın yarısıdırlar, canlılarla birlikte yaşamı oluşturur onlar, birilerini öbürlerinden ayıran da belirleyen de nedir, bilinmesi kolay değildir aslında; yani, canlıları, hayattayken tanımış olduğumuz ölülerden ayırmak demek istiyorum. Ve yazmazsam giderek Oxford'daki ölüleri kafamdan silerim. Benim ölülerimi. Kendi örneğimi.
"Bir kere başkalarının dertleriyle ilgilenmeye başlarsan kendi yaşamın elinden kaçar. Herkes kendi mücadelesini verecek ve kendini kurtaracak. Zaten herkes kurtulamaz; doğa uygun olmayanı illa eleyecek... Zaten bakarlar yardımcı oluyorsun her şeyi senden isterler. Ne yetişebilirsin ne yaranabilirsin..." Ali itiraz edip Alper'in sözünü kesti: "Ben yıllardır durumu olmayan çok insana, Türkiye'nin her köşesinde baktım," dedi. "Halkımızın eğitimi düşük evet, çoğu fakir de doğrudur... Ama biz el verirsek anlayamayacak kadar da akılsız değil. Feraset sahibidir Anadolu insanı. Kendi namıma ben, derdine karşılıksız derman olduğum bir insanın minnetini şu yeni inşa ettikleri sayısız odalı saraya değişmem." "Köy romanı okuyorum sanki," diye geçirdi Alper aklından. "Şimdi burada hepimiz ifade özgürlüğüne saygılıyız, alınmak yok," dedi sonra. Karşılık beklemeden de devam etti: "Ali Abi ben demiyorum ki her insan kötüdür, kimseye yardım etmeyelim. Ama halk deyip böyle... Böyle... Yani sanki her insan özünde iyiymiş gibi düşünmek saçmalık bence. İnsan ya bu... Halkın da olsa, kardeşin de olsa, hemşerin de olsa kötü biri olabilir.
Sayfa 227 - Sözler: Öfke dev bir dalgaymış çekti götürdü dibeKitabı okudu
"Demin dedin ya 'kendimiz için değil sizin için,' filan diye... Ben ona inanmıyorum kusura bakma hiç... Belki siz öylesinizdir annemle... Ama o meydana toplananların hepsi ya kendine bir kimlik bulmak için ya da iktidardan payını almak için orada. Birey olabilenin böyle şeylere ihtiyacı olmaz. Valla alınacaksınız şimdi ama, sözüm
Sayfa 227 - Sözler: Öfke dev bir dalgaymış çekti götürdü dibeKitabı okudu
Salona dönen Ali, "Valla siz gençler de destek olursanız bu sefer gidiciler. Biz kendimizden çok sizler için veriyoruz bu mücadeleyi," dedi. Alper, Ali'nin ayrıldığı eşinden iki kızı olduğunu hatırladı, onları kastettiğini düşündü. "Halk uyandı artık bunlara inanmaz..." "Valla Ali Abi ben halk denildi mi kaçarım oradan. Bak sen şiir seversin, bilirsin kesin, ne demiş Nabi halk için?" Hatırlaması gereken bir şeyi hatırlayamadığını düşünenlerin yüz ifadesiyle sordu Ali: "Divan şiiri bilmem pek de... Ne demiş?" '"Halkdan gönlümün ol mertebedir vahşeti kim, aksinı âdem deyü mir'ate nigâh eyliyemem,' demiş. Annemle karıştırma beni, o bilmez ama ben bilirim miratı..." Ali örtemediği bir şaşkınlıkla Alper'e bakarken, Zeyno, "Oğlum maşallah," dedi Ali'ye hitaben, "Türkçe dışında her dilde konuşur." Gülerek oğluna baktı sonra: "Yani ne demiş?" "Yani," dedi Alper, "halktan öyle illallah etmiş ki insan görürüm diye aynaya bakmıyormuş." "Abartın oğlum abartın," dedi Zeyno. "Gelseydin de görseydin ne güzeldi insanlar bugün Kazlıçeşme'de." Hırslanan Zeyno bir slogan attı: "Bekle bizi İstanbul!"
Sayfa 225 - Sözler: Öfke dev bir dalgaymış çekti götürdü dibeKitabı okudu
9,1bin öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.