Gönderi

112 syf.
10/10 puan verdi
1933-38 yıllarında Reichenbach'ın verdiği konferansların gayesi bilimleri üniversitede olduğundan daha geniş uzmanlık alanlarına yaymaktı. Ancak bir yabancı olarak kendisinin bir Türk üniversitesine katkıda bulunmak amacıyla giriştiği yolda destekten ziyade köstekle karşılaşması beni pek şaşırtmadı. Burada dediğimi destekler nitelikte Niyazi Berkes'in Unutulan Yıllar kitabından bir pasaj aktaracağım. "Felsefe bölümünün asıl yıldızı Hans Reichenbach'tı. Macit Gökberk ile Nusret Hızır derslerini başarı ile çeviriyorlardı. Benim gibi "irapta mahalli olmayan", bareme bile henüz alınmamış 75 lira ücretli kişiler dışındaki yeni azametli doçentler bu Reichenbach yüzünden bir tatsızlık havası içinde gelip gidiyorlardı. Tutumu ile en çok eğlendiğimiz kişi Suut Kemal Yetkin adlı sonradan politika yolu ile çok yükseklere çıkmış olan kişiydi. O zavallının estetikçiliğine yer kalmamıştı. Reichenbach yeni doçentlere seminer konuşmaları yaptırmak istiyor, bu istek tamamıyle yerine getirilmiyordu, çünkü doçentlerin çoğu Reichenbach'tan ve seminerlerinden fellik fellik kaçıyorlardı. En başta Suut Kemal Yetkin geliyor. Doçentleri arayıp haber verme işini yalnız bir ödev değil, bir eğlenme ve alay konusu haline getiren Nusret Hızır, Suut Kemal Yetkin'in seminer sırası geldiği günün öncesinden seminer gününe kadar onu bulmak için belki yüz telefon çekerdi. Fakat Suut Kemal Yetkin'in nerede olduğuna dair en küçük iz elde edemezdi. Suud'un konuşma saati gelince bu zatın neden seminere gelmediğini Reichenbach'a anlatmak güç olmuştu."
Bilime Yeni Pozitivist Bakış
Bilime Yeni Pozitivist BakışHans Reichenbach · Epos Yayınları · 20135 okunma
·
33 görüntüleme
Yaïr okurunun profil resmi
Teo'cuğumun küçük bir anısı A.İ. – Öyle pırıl pırıl bir Türkçeyle yaptınız hem de. Peki, zaman zaman size haksızlık yapıldığını düşündüğünüz dönemlerde filan isyan etmediniz mi? Ben Amerika’da olsaydım daha başarılı olurdum, daha güzel işler yapabilirdim dediğiniz zamanlar olmadı mı? T.G. – Olmadı. Çünkü aslında pek o gibi durumlarla karşılaşmadım. A.İ. – İşte, örneğin, İstanbul Üniversitesinde bir takım sorunlar yaşadınız mı? T.G. – Bir tek Takiyettin Mengüşoğlu ile. Onun da benimle şahsen bir sorunu yoktu. Ben ona hiçbir zaman saygımı eksik etmedim. Ama o zâtın bana olan tavrı, öncelikle benim bazı hocalarımla olan probleminden kaynaklanıyordu. İkinci bir nedeni daha vardı. Modern mantığı, sembolik mantığı sevmemesi; ancak, buna karşılık, bir mantıkçı olan Bruno von Freytag Löringhoff’a büyük bir yakınlık duyuyordu. O Löringhoff’la lojistik adı altında bir nevi modern mantığa savaş ilan etmişti. A.İ. – Ama o da bir şey yapmıyor muydu yine modern mantığa benzeyen bir mantıkla? T.G. – Evet, geometrik şemalar falan kullanıyordu. A.İ. – Şemalarla evet. T.G. – O kitapları gördüm ben, inceledim. Onun için mantığa karşı, yani modern mantığa karşı bir sözü vardı, “sembolik membolik anlamam.” A.İ. – Öyle mi diyordu sembolik membolik? T.G. – Benim böyle bir basit, beni engellemeyen bir durum dışında…[kimseyle problemim olmadı]. Söylenene göre Hüseyin Batuhan'ın Şato romanı bu gibi hikâyelerin farklı isimler ve temalarca işlendiği söylenir.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.