Stephen King'in eserini belki 25 sene sonra yeniden okurken kitabın yazarın başyapıtlarından birisi olarak adlandırılmayı hak ettiğini düşündüm. Ne yazık ki çok kötü bir kitap ismi seçilmiş: aslında kitabın gerçek ismi Misery ve bu isim kesinlikle kitaba daha çok yakışıyor.
Misery, en azından son dönem King kitaplarında görüldüğünü düşündüğüm bir kusurdan uzak ve yine benzer temalı bir eser: örneğin Kemik Torbası'ndaki gibi asıl karakterimiz bir yazar, ancak yine Kemik Torbası'ndan farklı olarak- Diriliş, Kâbuslar Pazarı, Buick 8 de bu listeye dahil- bir çok isim, mekân, detayla eseri boğmak yerine yazarın 2 karaktere, bir devam kitabına, "pis pis sırıtan" bir daktiloya odaklanarak dört dörtlük bir gerilim ortamı yarattığını görüyoruz. Gerilim daha ilk sayfadan başlıyor, Stephen King hemen olaya giriyor, gerilim adım adım yükseliyor ve 200'lü sayfaların başında "balta"lı 25 sayfalık kısmında kesinlikle zirveye ulaşıyor. Bu kısmı hem kitaptan hem de sonradan çekilen filminden hatırlıyorum, ama filmin bu sahneyi seyirciler açısından son derece yumuşattığını kitabı ikinci kez okurken bir anlamda şok geçirerek farkettim; zira okurken yerimde duramadım, resmen kıvrandım. Bu 25 sayfalık bölümde King muhteşem bir gerilim yaratıyor... yazarlık hayatının en iyi örneklerinden biri de bu sayfalar olabilir...
Misery, bir yandan çok ürkütücü bir hikâye anlatırken bir yandan da ciddi ciddi bir yazarın eserini yaratma sürecinin sancılarına da dahil ediyor bizi, belki de King aslında ve temelde bir kitabın iyi olması, daha iyi olması, en iyi olması için direten hasta, saplantılı bir okur hayaliyle bir yazarın işkenceli yaratım sürecini anlatıyor bize. Bu sürecin bütün sancıları edebi bir sancı olmaktan öte bir ölüm kalım meselesi, bir korku filmi gibi onu yazmaya, üretmeye, kitabı bitirmeye, ve daha iyisini yazmaya zorlayan bir hasta okur imgesiyle, hayaliyle, hayaletiyle anlatılıyor. Yazarın esas meselesinin bu olduğu ise son 5-10 sayfa içerisinde iyice belirginleşiyor, çünkü kitap tipik bir gerilim ya da korku filminin klişelerini kullansa da ibresini sürekli olarak yazarlığa, yazara, yazmaya çeviriyor; bizi sürekli buralara bakmaya davet ediyor, bakışımızı buraya çevirmeye zorluyor.
Sadist-Misery; hem kendi hikâyesi hem de yazarımız Paul Sheldon'ın (acaba o dönemin benzeri kitaplar yazan popüler gerilim yazarı Sidney Sheldon'a bir gönderme mi?) esaret altında nefret ederek bitirdiği Misery serisini çok büyük bedeller ödeyerek zoraki sürdürmesini ve son kitapta öldürdüğü başkarakteri Misery'yi okuyucuyu kandıran ucuz oyunlarla değil; ikna edici, sağlam gerekçeler ve sebepler bularak diriltmesini anlatıyor... bu anlamda kitabın Manuel Puig'in "Bu Sayfaları Okuyana Sonsuz Lanet" adlı isimli kitabının en azından ismini de bana çağrıştırdığını söylemek isterim... yazmanın böylesine huzursuz, ürkütücü, bir korku kitabı gibi zorlayıcı, delirtici bir süreç olabileceği düşüncesi çok şaşırtıcı. Stephen King bu duyguyu çok iyi yazılmış, dört dörtlük bir gerilim-korku kitabıyla çok iyi bir biçimde veriyor. Mahşer ve O adlı başyapıtlarıyla beraber muhakkak ki Misery de yazarın en iyi eserlerinden biri olarak kesinlikle okunmayı hak ediyor. Herkese öneriyorum.