Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

315 syf.
10/10 puan verdi
·
8 günde okudu
Uzun uzun dertleştiğim bir kitap daha...
En derinlerimdekini bulup çıkaran bir kitap okudum yine. Hani bazen aklınızdan şöyle geçiverip giden şeyler vardır, bu şeyler bazen saçma geldiği için çok düşünmezsiniz bazen de yüzleşmek istemediğiniz için geçiştirirsiniz. Ama bir yazar öyle mi? Ne düşünmekten kaçabilirler ne de yazmaktan. Onlar yazarlar ve illa ki onu seven ve anlayan okurları olur. Bizler öyle miyiz ama? Etrafımızdaki üç beş insan bizi anlamayınca “deli insan” muamelesi bile görebiliriz. Anlaşılmak ne büyük ihtiyaç oysa… Güzel kadın Ece Temelkuran da içinde ne varsa dökmüş bu kitaba. Suya düşen cemreden, bahardan, kışın şefkatinden, saçak altı insanlarından, yalnızlardan, güzellikten, 30 yaşın bir kadına neler hissettirdiğinden, sahip olununca artık sevilmeyen kadınlardan, İzmir’li kadınların neden güzel olduğundan, erkekler aleminden, sevmenin ne korkunç bir şey oluşundan, evlerin ruhundan, eşyalardan, fazlalıklardan, kuş kadınlardan, ışığını söndüren kadınlardan, çiçek verilemeyecek kadınlardan, kalbin meridyenlerinden ve daha bir çok şeyden bahsediyor yazar. Köşe yazılarından oluşan bir kitap gibi görünse de yazar en başta uyarıyor, “Bu ‘köşe yazılarını toplama’ kitabı değildir! Yazıları gözden geçirme, kendini yeniden elden geçirme kitabıdır.” diyerek. O kendisini elden geçirirken, bizleri de elden geçiriyor aslında, bazen kıyıdan kıyıdan yaklaşıyor, bazen tam içerden. Şöyle bir kitap incelemelerine bakıp okusaydım bu kitabı, ön yargı ile yaklaşıp okumayabilirdim, bir çoğu çok basit bir dili olduğundan yakınmış, hatta kitap okumaya yeni başlayan insanlara tavsiye edenler bile olmuş. İşte yine en başta söylediğim şey, anlaşılmak, seni bir yerlerde birilerinin azınlıkta dahi olsa anlaması. Ben o azınlık kısımdayım, o basit gibi görünen cümlelerin altında ne derin anlamlar vardı oysa. Bazı kitapları bilerek yavaş okumayı seviyorum, üzerinde düşünüp onu yavaş yavaş sindirmeyi. “Kafamın içindekiler beni her gün öldürüyor.” diyen bir arkadaşıma benzemeye başladım ve bu aralar düşüncelerimi kontrol edemiyor olmalıyım ki gecenin 04.00’ünde uyanıp bir şeyler karaladım. Mesela kendimi bir tahtaya benzettim, herkes elinde bir çivi ve çekiç ile geldiler, sonra o çivileri de söküp gittiler. Delik deşik bir yüzeye bir çiviyi sağlam bir şekilde nasıl çakabilirsin tekrar? Gelen bunu nasıl başarabilir, daha büyük bir çivi ile belki. Daha da basiti neden delik deşik bir tahtaya çivi çaksın ki? Ama biz insanlar bir tahta değiliz değil mi? Belki bu doğru, ama bir yer var işte, onarılamayan bir yer var, eski düzlüğüne sadeliğine kavuşamayan bir yerimiz var. Koruyamadığımız bir yer… Bazen her şeyi bırakıvermek istersin, çünkü bazen sarılmaktan daha çok bırakmak hafifletir insanı. İşte bunun için de cesaret gerekir. Bakın ne diyor yazar; “Biri alıp başını gitmeye, artık "emniyetli" hayatına bir son verip iç sularının yönüne göre akmaya karar verdiğinde niye etraftaki herkes büyük bir paniğe kapılır? Herkes niye "hayatının hatasını yaptığını" söyler biri sıradanlığın kalabalık otobanından çıkıp denenmemiş yollara sapmaya kalktığında? Çünkü insanlar korkarlar. Korkularına "göre" kurdukları hayatlarını sıkıntıyla sürdürüp dururken, başka bir ihtimalin mümkün olduğunu bilseler artık onlar da bu riski göze almak zorunda kalacakları için, bayat hayatlarını onaylayıp hep birlikte, "Başka hayat zaten olamaz. Doğrusu bu!" derler. Demek mecburiyetindedirler.” Her şeyi bilen elalemin doğruları arasında sıkışmış hayatlarımız var ve o hayatların içinde bir gün gerçekten boğulacağım. “Öfkelendiğinde boğazında düğüm olan cümle nasıl söylenir, ağlama gelip de böğrüne oturduğunda sesin titremeden nasıl konuşulur, işyerinde birine aşık olunursa durum çamurlaşmadan nasıl halledilir... Bu gibi işlere de bakmalı yeni üniversiteler. Master programları olmalı daha karmaşık konular için. "Bir adam en az acıtarak nasıl terk edilir?", "Daha az sevdikçe daha çok seviyormuş gibi yapmamak nasıl becerilir?", "İnsan kendi varoluş enerjisini kaybettiğinde kendi gücüyle buluşmak için ne yapmalıdır?", "Kalbin tamirinde nelerden faydalanılabilir?" gibi başlıkları olmalı akademik tezlerin.” diyor yazar. Hakikaten neden okullarda bize bunlar öğretilmiyor, hayatın gerçeği bunlar değil mi? En çok bu yanlarımızdan yara almıyor muyuz biz? Kitapta her bölümü ele alıp upuzun şeyler yazabilirim ama bu bir kitap incelemesi ve ben bunu bahane ederek yine içimi dökmeyi başardım. İçindeki sesleri duyabilenlere, kendi ile kavga edenlere, 30 yaş sendromuna girenlere, kadınlara ve onları anlamak isteyen erkeklere tavsiyemdir.
İçeriden Kıyıdan Konuşmalar
İçeriden Kıyıdan KonuşmalarEce Temelkuran · Everest Yayınları · 2015318 okunma
··
295 görüntüleme
FatmaYıldız okurunun profil resmi
Kalemine sağlık Sibelcim ben de çok sevdim cümlelerini yazarın söylemiştim de daha önce bazı kitaplar bazı zamanlara ne güzel denk geliyor öyle değil mi :) Sahi bu İzmirli kadınlar neden güzel oluyormuş :))?
Sibel okurunun profil resmi
Teşekkür ederim Fatma'cığım evet daha önce konuşmuştuk, bu aralar aynı şeyleri okuyor, aynı şeyleri seviyor gibiyiz. :) Kitaplar zamanını biliyor okunmak için. İzmirli kadınlara gelirsek; Hesapsız kahkaha atarlar, sokaktan tek kişilik fener alayı gibi geçmesini bilirlermiş İzmir’in kadınları. Efelik yapmayı, çatlata çatlata oynamayı, takıp takıştırıp püfür püfür salınmasını iyi bilirler, rakıyı içmesini de erken yaşta öğrenirlermiş. Ha bir de denizin lekesi varmış üzerlerinde. Bu yüzden güzelmiş İzmir’in kadınları. :))
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.