Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

176 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
20 saatte okudu
Bu kitap yazarın 1983-1984 yılları arasında hapishanede yaşadıkları ve gözlemlerinden yola çıkarak yazdığı anı türünde olduğundan dolayı öncelikle yazarın hayatına kısaca bir bakmak gerekiyor. Osman Şahin 3 Mart 1940 tarihinde Mersin'in bir köyünde dünyaya gelmiş. Bu köy bir Yörük köyüymüş ve bundan dolayı ilerleyen zamanlarda yazacağı hikayelerinde Yörük kültürüne yer vermesini sağlamış. Bu benim ayrıca hoşuma giden bir özellik oldu. Çiftçi bir ailenin on üçüncü çocuğu olan Osman Şahin, ilk öğrenimini köyde almış, 1950 yılında sınavları kazanarak Köy Enstitüsü'ne girmiş. Burada geçirdiği zamanı ileride kendisinin "yeniden doğuşu" olarak niteleyecektir. Burada aldığı eğitim ve edindiği bilgi birikimi neticesinde yazar olmaya evrilmiştir. Enstitüyü bitirir ve henüz on sekiz yaşındayken Şanlıurfa- Siverek'te Bucak aşiretinin yaşadığı Kalemli Köyü'nde öğretmenliğe başlar. Köy Enstitüleri, komünizm ve dinsizlik propagandası yapma gibi gerekçelerle kapatıldıktan sonra 1958 yılında Gazi Eğitim Enstitüsü'ne girer ve beden eğitimi öğretmeni olur. 1961-67 arasında Malatya'da, 1967-74 arasında İzmit ve İstanbul'da öğretmenlik yapar. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra zorla emekli edilerek Trabzon'a sürülür. 1978'de bir romana yazdığı eleştiri yazısı nedeniyle dönemin askeri Sıkıyönetim mahkemesi tarafından on sekiz ay hapis cezasına çarptırılır. Bu cezası kısa süre ertelenir ve bu arada bir hikayesini yazar. 1 Haziran 1983- 18 Mart 1984 tarihleri arasında Şile ve Yalova cezaevlerinde yatar. Bu kitabını da buralarda yazar. Osman Şahin'in hikayeleri; Polonya, Macar, Alman, Fransız, Hollanda, İngiliz, Sloven ve İsveç dillerine çevrilir. 23 hikayesi senaryo haline getirilmiştir. Bunların bazılarını kendisi yazmış ve bunlardan farklı olarak senaryolar da yazmıştır. Hikayelerinden yola çıkılarak yapılmış filmler, yurt içi ve yurt dışında 35 ödül kazanır. Bu filmlerden benim tanıdığım en ünlüleri; Kibar Feyzo (Fareler hikayesinden) ve Züğürt Ağa (Acenta Mirza ve Reşim) filmleridir. Bu iki çok sevdiğim filmin kaynağı olmasi, Osman Şahin'e kanımın daha çok ısınmasını sağladı. Hikayelerinden dolayi aldığı ödüller şunlardır: 1971 TRT Büyük Öykü Ödülü (Kırmızı Yel hikayesi) 1980 Nevzat Üstün Öykü Ödülü (Ağıt İçinde Dil Gibi) 1992 Stockholm İnternational Humanism Ödülü (Kırmızı Yel) 1992 Ömer Seyfettin Öykü Ödülü (Selam Ateşleri hikayesi) 1993 Sait Faik Hikaye Ödülü (Selam Ateşleri kitabı) 1998 Yunus Nadi Hikaye Ödülü (Mahşer) Truva Folklor Derneği "Yılın Edebiyat Ödülü"(1999) 2003 Yunus Nadi Öykü Ödülü (Ölüm Oyunları) MTSO, MESİAD ve İçel Sanat Kulübü "Kraliçe Aba Ödülü" (2007) 11. Ankara Öykü Günleri Onur Ödülü (2007) Edebiyatçılar Derneği Onur Ödülü (2007) Söke Kültür Sanat Onur Ödülü (2008) 8. İzmir Öykü Günleri Onur Konuğu (2009) Mersin Kenti Edebiyat Ödülü (2009) Yazar bir demecinde, görev yaptığı ve bulunduğu köylerde ve muhitlerdeki akıl almaz olayları not aldığını ve ilerleyen süreçte kentlerdeki aydın sınıflara bunları duyurmak için hikayeleştirdiğini ifade etmiştir. Kendisi yoksul ve köylü bir aileden gelip Enstitüler sayesinde yeniden doğduğundan, yazım hayatında halkın yaşadığı sıkıntıları, içinde bulundukları yoksulluğu, cehaleti ve onların bu halde bulunmasına neden olan yobaz ve softa takımını anlatmak için edebi akımlardan kendisine en yakın toplumcu gerçekçiliği bulmuş. Genel olarak Realizm akımı, yazarın kendi fikir ve duygularını dahil etmeden hayatı yansıtmayi temele alır diyebiliriz. Tabiki, bir yazarın tam anlamıyla kendi fikir ve duygularından bağımsız bir eser yazacağını düşünmüyorum lakin akımın bu temel özelliğini bilmek elzemdir. Osman Şahin'in hikayeciliği üzerine yapılan araştırmalarda, onun diğer toplumcu gerçekçi yazarlardan farklı olarak kendi siyasi tavrını eserlerinde kesin olarak ortaya koymadığı, toplumcu görüşlerini hikayelerinde anlattığı olaylar ve izlenimler aracılığıyla iletmeyi tercih ettiği vurgulanmıştır. Buna ek olarak,edebi söylemi siyasi söylemiş gölgesinde bırakmadığı belirtilmiştir. Bu, benim için çok önemli bir özelliktir. Ayrıca kendisini edebi konuda yenilemeye çalışarak farklı üsluplar denediği de belirtilmiştir. Zira, bir başka hikaye kitabından okuduğum beş on sayfada bunun izlerini görebiliyorum. Yani, genel manada bulunduğu edebi akıma aşırı sabitlenmediği ve az önce aktardığım vurgulamalara dair örnekleri olduğu izlenimini edindim diyebilirim. O kitabını okuduğumda ve başka kitaplarını okuduğum zaman bu vurgulamalar dair edinimlerim artacaktır diye düşünüyorum. Kolları Bağlı Doğanlar hikaye kitabının adı, yazarın annesinden dinlediği bir hikayeye dayanır. Buna kitabın hemen girişinde yer verilmiştir. Baştan uyarmak istiyorum: kitapta toplumcu gerçekçilik akımına bağlı olarak, anlatılan olaylar tüm çarpıcılığıyla adeta resmediliyor gibi aktarılmıştır. Germinal romanını okuyanlar bilirler, romanın girişinde Zola'nin enfes bir gerçekçi anlatımla girişi vardır. İşte bunun insana dair olanını düşününüz. Buna bağlı olarak, "siviller" diye dillendirilen sivil polislerle mahkumlar arasında sorgu ve işkence sırasında 'hassas' bünyelerin rahatsız olabileceği diyaloglar geçer. Örneğin: kitabın 106. sayfasında bir sivil mahkuma "Seni aşağılık orospu çocuğu seni! Demek utandın ha? Ananı bile bellerim senin" benzeri sözler edilir. Tabi, yazar da biliyor bunu mesela şu şekilde ifade etmeyi "Sen ciğeri beş para etmez insan, demek utandığını söylüyorsun, senin nadide gururunu ve haysiyetini bir böcek ezer gibi ezmeyi, bir kuşu vurur gibi vurmayı, Proust'un Kayıp Zamanlar İzinde serisinin ilk kitabında çaya batırılarak yoğun izlenimciliğinin yüzeysel nedeni olan madlen kurabiyesi gibi suya hafifçe dokundurup ruh halinde nahoş bir seyehati başlatabilirim." Ama demiyor, diyemediği için mi, hayır. Tercih ettiği edebi akım doğrultusunda kullandığı bir teknikten dolayı. Çünkü bu tarz küfürler sadece 80 darbesi sürecindeki sorgularda değil her an hayatın her yerinde yaşanıyor. Ve bu edebi akım bunları olabildiğince gerçekçi aktararak insanlarda bir sarsıntı yaratmak istiyor. Bu sayede insanların çoğunlukla yadsıdıkları, unuttukları veya unutturuldukları konulara dikkatlerinin yönelmesi ve sonra da bu sayede bu konuların kamuoyunda kendisine yer edinerek tartışılabilmesi hedeflenir. Böylelikle bir süre sonra ülkedeki yöneticilerin de dikkati bu konulara çekilebilir. Bundan sonra da sorunların nedenleri belirlenir ve çözüm yolları üzerine kafa yorulur. Tabi bu dediklerim, bir anda olacak işler değildir. Çoğunlukla, 'hassas' insanlarla dolu olan toplumlarda ta en başından başarısız da olabilir. Ama böyle bile olsa farkındalık yaratabilir. Bu doğrultuda kitaptan bir paraf daha alıntılayayım: "...Fareler içini oyup yedikleri ekmeğin içine kara kara sıçmışlardı. Kimsenin aldırış ettiği yoktu. Ekmeğin içine üfleme gereği bile duymadan, tatlı bir helva gibi yiyor, 'Ne yapalım? Yaşamam lazım arkadaş!' diyorlardı…"(s.90) Bir başka parafta, işkence sahneleri birebir aktarılıyor: mahkumun cinsel organı sıkılıyor, cinsel organına elektrik veriliyor, bir başka zaman tazyikli suyla derisine zarar veriliyor, tırnakları ve parmakları çekiçle eziliyor. Yine mahkumun cinsel organındaki kıllar (evet cinsel bölgede kıllar olur) yakılıyor ve bundan dolayı cinsel bölgesi ve etrafındaki derisi yaralandığı için sünnet olmuş gibi yürümek zorunda kalır mahkum ve bundan da dolayı da ayrıca dalga konusu olup, aşağılanır ve ardından bir de bunun için dayak yer. Böyle böyle 'dayak arsızı' haline getirilirler. Terörist nedir bilmeyen bir çocuktan babasının terörist bağlantısı öğrenilmeye çalışılır, hapiste değil tabi. Neyse biz bunları, Almanya'dan askerliğini yapmak üzere gelip Taksim meydanında dolaşırken herhangi bir neden öne sürülmeden tutuklanan bir mahkumun gözünden okuruz. Her hikaye ayrı güzel ve etkileyici ama ben bilhassa ilk hikayeyi çok beğendim. Kitabın teması tarihsel ve düşünsel açıdan olmak üzere iki farklı şekilde ortaya koyulabilir. Bunlardan tarihsel olanı, 12 Eylül Darbesi'nin yarattığı faşizmin hapishanedeki yansımalarıdır. İnsanlar geçerli bir neden öne sürülmeksizin tutuklanırlar. Sorgular sırasında insanlık onurunu ayaklar altına alan işkencelerden geçirilirler. Suçunun ne olduğunu bilmeyen insanlar aylarca mahkemeye bile çıkarılmadan içerde tutulurlar. Yani 12 Eylül Darbesi'nin yarattığı vahşi faşizm ilk temadır. İkinci yani düşünsel tema, toplum ve devlet için en tehlikeli suçun düşünce suçu olduğudur. Dilimize boşuna "icat çıkarma" benzeri deyimler yerleşmemiştir. Devletin ve toplumun düzeni adına farklı düşünceler "ahlaka uygun değil," "toplumun düzenini bozmaya yönelik düşünceler," benzeri nedenlerle kısıtlanır ve susturulurlar. Çünkü herkes bilir ki, toplumu ilerleten farklı ve özgür düşüncelerdir. Buna mahal vermemek her faşist zihniyetin temel görevidir. Tabi, hapishane koşulları, ceza ıslah için midir yoksa ceza için midir konuları söz konusudur. Kitapta anlatılan hapishane koşullarından ve ceza anlayışından sonra dışarı çıkan bir mahkumun sosyal hayata uyum sağlama imkanı kalmıyor. Bu durumda, yazar da devletin görevi ve amacı ıslah etmek mi yoksa bu insanları toplum düşmanı haline getirmek mi diye soruyor. Bu konu oldukça çetrefillidir ama burada söz konusu olan, düşünce suçlularıdır çoğunlukla. Bir hikayede dikkatimi çeken olay, mahkumların sigara içmek için olağanüstü mücadelesiydi. Sigaraya da müsaade edilmiyor ancak bir şekilde sigara ve kibrit bulunuyor. Sigaraya ise ilk olarak koğuş ağası başlıyor, iki fık çekip yandakine veriyor, o iki fık çekiyor yandakine veriyor böyle gidiyor. Bu esnada bir nöbetçi de pür dikkat gardiyan ve sivilleri gözlüyor. Aklıma lise anılarım geldi. Ey gidi günler. KAMU SPOTU: SİGARA SAĞLIĞA ZARARLIDIR. KAMU SPOTU: LİSEDE SİGARA İÇMEYİN VE EN İYİSİ HİÇ İÇMEYİN GENÇLER. Her zaman sigara bulunmuyor. Bundan dolayı izmarit avı başlıyor. Bunca çaba sigara içmek için verilmiyor. Özgürlüğünü elinden alınan ve buna ek olarak ekstra zor şartlar altında zulüm gören mahkumların, hayatlarında bir anlam arama, tutunacak bir 'dal' bulma çabalarıdır bunlar. AB: KENDİNİ NAMAZA, KİTABA VERSE YA, SİGARA DA NEYMİŞ. Tabiki, bu da yapılabilir Mr&Mrs AB, lakin herkes aynı şeyi yaparak belirtilen amacı gerçekleştirecek değil, herkes zor şartlarda aynı tepkileri verecek, yaşama içgüdüsünü aynı şekillerde dışa vuracak değil. İnsanlar farklıdır Mr&Mrs AB. AB: NITFLIX KAPATILSA BÖYLE OLMAZDI. 80lerden bahsediyoruz. AB: PARDON, BEN ONU UNUTMUŞUM AMA YİNE DE NITFLIX KAPATILSIN. Tamam. Sonuç olarak, kitabı 'hassas' olmayan herkese tavsiye ediyorum. İyi okumalar..
Kolları Bağlı Doğan
Kolları Bağlı DoğanOsman Şahin · Can Yayınları · 2010141 okunma
··
249 görüntüleme
AkilliBidik okurunun profil resmi
Osman Şahin son derece güçlü bir kalem. Toplumcu gerçekçi yazarlar toplumda yaşandığını aslında adımız gibi bildiğimiz ama görmemeyi tercih ettiğimiz şeyleri ortaya sererler; anlattıklarının kendi fikirleri olduğunu düşünen çevrelerce de eleştirilirler. Bu yabancı yazarlar için de geçerli; nitekim yayınlandığında pornografi, cinsellik, şiddet, vatan hainliği, intihara teşvik, vs... içerdiği gerekçesi ile kıyasıya eleştirilen, hatta yasaklanan bir çok kitap var dünya klasikleri arasında girmiş olan. Ancak okuması zor bir yazar; anlatım dili çok çarpıcı, kimi zaman rahatsız edici. O yüzden beğeneni olduğu kadar okuyup nefret edeni olmasını da doğal karşılamak lazım. Orhan Pamuk'un bir aralar söylediği gibi: "Herkes kitapların bütünüyle kendi görüşünde olmasını istiyor. Nasıl Türkiye’nin bütünüyle kendi görüşlerinde olmasını istediği gibi. "
Kaan okurunun profil resmi
Hem size hem de Orhan Pamuk'a kesinlikle katılıyorum.
Adem okurunun profil resmi
Ellerine sağlık. Uzun uzun yorum yapmayacağım kısa ve net: "Toplumcu Gerçekçi" ekolü "kurgu ve fantaziye" indirgeyenlerin edebiyat uzmanı olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Nazım'a da "Romantik Komünist" diyen zihniyetler misali.
Kaan okurunun profil resmi
Teşekkür ederim Adem, kendi hayal dünyalarında uzman olabilirler ancak.
Faljeska okurunun profil resmi
"Hassas olmayanlar" okusun, ellerinize sağlık :))
Kaan okurunun profil resmi
Teşekkür ederim. :)
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.