"Kasaba sıkıcıdır," diye başlıyor kitap. Bu aşağı yukarı kitaba adını veren öykü de dahil olmak üzere diğer öykülerin de atmosferini saran bir cümle. Tabii ki kimse kasabanın sıkıcılığını anlatmak veya okumak istemez. Hatta bu sıkıcılığın ortasında öyle şeyler olabilir ki bir anda kendinizi bir heyecanın, maceranın yahut insan psikolojinin labirentlerinde bulabilirsiniz.
Tolstoy'un verdiği sihirli formülü Küskün Kahvenin Türküsü'nde görebiliyoruz: “Tüm muhteşem hikayeler iki şekilde başlar: Ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir.” Bir insanın yolculuğa çıkması bireysel, şehre bir yabancının gelmesi de toplumsal bir hadisedir genelde.
Carson McCullers'ın karakterleri ve hikâyeleri o küçük taşra toplumsallığı içindeki bireyleri yalnızlığını işliyor, parça pinçik ediyor, kıymıklarına ayırıyor. Yalnızlığa yeni bir felsefe, yeni bir boyut kattığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bunu yaparken de okuru sıkmayacak bir olay örgüsü ve kurgu sunuyor ki böylece rahatlıkla atmosferin içinde bulabiliyoruz kendimizi.