Zamanlar geçtikçe hiçbir şey bilmeyeceğini, bu dünyâya, sâde hayran olmak için gelindiğini öğrendi. Bilmenin âlâ derecesi bilmemek, ilmin gâyesi de ilimsizlikmiş.
Bazen küsmek iyi gelir insana. Başkalarına küsmek kendine dönmektir, kendine sarılmak, kendini sevmektir. Kendi dikenleri batar insana böyle anlarda. Yine de bu dikenlerin battığı yerden akan kirli bir kandır, aktıkça arınır insan.
Mücadele ettiği zaman insan mücadele ettiklerini güçlendiriyor. Bunu anladıktan sonra bıraktım mücadele etmeyi. Bir şeylere karşı olmak değil, bir şeylerden yana olmak öne çıkmalı.
Neden bazı insanların yüzü manalıdır, bazılarının değildir? Dedikleri gibi, içleri yüzlerine mi yansır gerçekten? Bazı insanlara neden hemen ısınırız da, başkalarından uzak dururuz?
O kadar güveniyorsun ki içten içe kendine… Başkalarının ne dediğinin, ne düşündüğünün hiç önemi yok. Onlar seni yenilmiş, yarışı bırakmış sansalar bile onlara öyle olmadığını, hatta tam tersinin doğru olduğunu söylemeye çalışmıyorsun.
Dünyayı düşününce minicik bir nokta sayılacak şehirde bile yalnızdı. Şehrin uğultusunu bastıracak ikinci bir ses yoktu. Kendini korumak zorundaydı. Aslolan buydu, başka bir şey değil. Kendini korumak zorunda olduğunu idrak edenlerin tutturduğu bir düzeni vardı dünyanın. Ona uyacaktı, uyumalıydı.