Öyle güzel ki uçmak… öyle güzel ki tüyden hafif, uçurtmadan serseri, buhardan oynak, toz zerresinden kıvrak, kar tanesinden savruk olabilmek yok kubbede. Niyetim daha, daha da yükseklere çıkmak.
Zaman, illa da dünden bugüne, bugünden geleceğe uzanan dümdüz bir çizgide ilerlemiyordu. Zaman kâh ileriye, kâh geriye gidiyor; bazen yürüyor bazen duruyor; sarhoş sarhoş yalpalıyordu.
Bazen tepetaklak olur yürek. Aheste revan giderken kendi yolunda, göğüs kafesine toslar küttedek. Yüzüstü kapaklanıverir yere. Bir yerlerinin fena halde kırıldığını hisseder kalkmaya yeltenip de kalkamadığını gördüğünde. Üzerini yoklar, ama dışarıdan belli olan bir yara filan bulamaz. Haykırır var gücüyle “derhal çıkmam gerek. Çıkmam gerek!” Zar zor doğrulur, ağlaya sızlaya saldırır kafesinin demirlerine. Ve nihayet göğüs kafesinden kurtulmayı başardığında, ne yöne gideceğini kestiremeden bakakalır önü sıra uzanan yollara, daha evvel ayak basmadığı topraklara. Yollar yollara karışır. Sular bulanır.