Ne de olsa, yoksulluk hepimiz için kol mesafesindeydi. Hatta dirsek mesafesinde. Yoksul aile bulalım diye şöyle bir uzansak, kolumuzu tam geremeden birine çarpardık..
Umutsuz bir aşk çökmüşse gönlüne sabahın üçünde, özellikle onun orada, yerinde olmadığı kuşkusuna kapıldığında telefon etmeyi gururuna yediremiyorsan, ister istemez içe dönüp kendinle baş başa kalırsın; o anda akrep gibi sokarsın kendini ya da hiçbir zaman postalamayacağın mektuplar yazarsın ona, ya da odanda ileri geri volta atarsın, hem küfür hem dua edersin, sarhoş olursun ya da kendini öldürecekmiş gibi davranırsın..
Bu gidişat bir süre sonra tatsızlaşır, bıktırır insanı.. Yaratıcı biriysen -ama unutma, o anda boktan bir durumdasın- acılı anılardan ortaya elle tutulur bir şeyler çıkarabilir miyim diye sorarsın kendi kendine.. Ve işte bir gece saat üç sularında başıma gelen tam buydu.. Birden karar vermiştim; çektiğim acıyı tuvale dökecektim.. O günlerde sıkı bir teşhirci olduğumu ancak şimdi, bu satırları yazarken anlıyorum..