Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Kırık Kafiye

Kırık Kafiye
@irfan905
İlk kitabını çıkarmış yazar adayı...
Yaratılanı Yaradan’dan ötürü sevenlerle, Yaradan’ı yaratılanların gaddarlığından sorumlu tutanlar, aynı türdeki mahluklar… Yoluna çıkan ‘dilsiz şahitleri’ ezmemek, üzmemek için ordusunun güzergâhını değiştirenlerle tek hedefleri hayatta kalmak ve yavrularını beslemek olan canlara kıyanlar aynı handaki yolcular… Ağaçlara muhacir kuşlar için yuvalar inşa edenlerle üç kuruşluk dünya menfaati uğruna, belirledikleri coğrafyalarda yuvaları tarumar edip kendi düzenlerini ihya edenler, yegâne yaşam hakkı kullandılar, kullanmaktalar…
Reklam
Şöyle bir bakalım medyaya, basın-yayına, cadde sokaklara... Dükkan, lokanta, iş merkezlerinin ne anlama geldiğini çoğumuzun bilmediği İngilizce isimleri, “ülkemizi ziyaret eden yabancılar, kendilerini garip hissetmesinler, evlerindeymiş gibi hissetsinler diye mi mantar gibi çoğalıyor? Aşağılık duygusunun açık bir yansıması olan yabancı isim kullanımı, iş yerlerine sözde “itibar” kazandırma çabasından başka bir şey değil. ‘Cep shop’lar, ‘shopping center”ler, ‘catering’ler ve daha niceleri, “Çoktan sömürge ülkesi olduk da, biz mi bilmiyoruz?” dedirtiyor.
Osmanlı dönemindeki yabancı dillerin etkisinden kurtulalım derken, günümüzde çok daha fazla İngilizce ve Fransızca sözcüklerin istilasına maruz kalındı. Tamam, dil canlıdır; her dilde, farklı dillerden kelimeler vardır. Kimileri kalıcı olur, kimileri ise olmaz; ancak dilimizin yabancı dillerin “ortak pazarı” durumuna gelmesine nasıl göz yumabiliriz?

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Velhasıl kelam, şunu söyleyebiliriz ki, bazı kişiler sosyal ilişkilerde ve iletişim konusunda daha maharetli olsalar da, iletişim kurmak belli başlı bazı temel noktalara dayanıyor: En az iki kişi, konuşmadan önce dinlemek için kulaklar, hisleri ifade etmek için ağız ve iletişime açık ve niyetli birer gönül... Bu şartlar sağlanıyorsa, her engel aşılabilir, gönüller fethedilebilir ve hayat ve dünya daha yaşanır hale gelebilir. İletişime özen gösterilmesine, geçmişe oranla günümüzde daha çok ihtiyacımız var.
Bir insanın yokluğu değil varlığı özlenmeli. Ancak yokluğunda eksikliğini hissedeceğimiz insanlar zenginleştirir ve anlamlandırır hayatımızı.
Reklam
Yanımızda olmayan kişilerle dahi iletişim kurmak mümkün görünüyorken, karşımızda kanlı canlı bir şekilde duran pek çok kişiyle iletişim kuramıyor oluşumuzu nasıl ve neyle açıklayacağız?
Tartışanlar arasında uzlaşma olmazsa buzlaşma olur. Gönüllerdeki buzlanma, sevgi trafiğini sekteye uğratacaktır. Öfke şiddete zemin hazırlar, şiddet de acizlik belirtisidir. Maalesef, ülkemizde kadınlar, çocuklar ve hayvanlar şiddetten en fazla mağdur olan kesimlerdir.
Ne sultanlar, ne vezirler kaldı dünyamızda. Hele onların yayınladıkları fermanları, emirleri bugün birkaç uzman kişi dışında kimseler hatırlamıyor. Selçuklu sultanlarının adlarını bile doğru dürüst sayabilecek olanlar sınırlıdır. Yedi yüz küsur yıl geçti ama insanlar durmadan Celâleddin’e koşuyorlar. Günde, yaklaşık on altı bin kişi. Niçin? Caddeye çıkıyoruz. Şu anda bize aklın alamayacağı kadar uzak görünen o gün gibi tıpkı, güneş Konya ufkunda ateşten bir top halinde. Üzerimizden geçen tepkili bir uçak, ardında göğü boydan boya çizen bembeyaz bir şerit bırakıyor. Yedi yüz küsur yıl geçti. Ama bize öyle geliyor ki, insanoğlunun Ay’da yürümesi Celâleddin Rumi’yi hiç şaşırtmazdı. Aklının ve ruhunun gücüne egemen olan insanın, evrene boyun eğdireceğine inanan biriydi o. Araç değil, amaç ilgilendiriyordu onu. Ve amaç: Mükemmel İnsan’dı.
Müzenin girişinde ayakkabılar çıkarılıyor. Teypten, hafifçe, ozanın en sevdiği çalgılar olan rebab ve neyle çalınmış müzik yayını yapılıyor. Camlı dolaplarda, beyaz giysileri içindeki âşıklar donup kalmışlar. Hemen yanımızda birisi, ozanın duvarda asılı bir sözünü okuyor fısıltıyla: “Ya göründüğün gibi ol, ya olduğun gibi görün!”
Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde arama Âriflerin gönüllerindedir mezarımız bizim.
Reklam
Gel, ne olursan ol, gel! İster tanrıtanımaz ol, ister ateşetapar! İster bin kez tövbeni bozmuş ol! Bizim dergâhımız umutsuzluk dergâhı değildir. Gel, ne olursan ol, gel!
Ben o padişah değilim ki, tahtan ineyim de tabuta gireyim. Alnımda ölümsüzlüğün damgası var.” Bu bakımdan, vasiyet etmişti: Kimse ağlayıp sızlamasın öldüğüm gün Hele ayrılıktan hiç söz edilmesin. Buluşma günüdür ölüm, ayrılık değil Güneşle aya batmaktan ne ziyan gelir? Yere hangi tohum ekildi de bitmedi? İnsan tohumuna gelince başka olacak değil ki!
Sen ne bilirsin, içimde nasıl bir padişahla birlikteyim ben? Bakma altın sarılığına benzimin, ayağım demirdendir benim. Bir bakarsın güneşim, bir bakarsın inciyle dolu bir denizim. İçinde bütün gökyüzü vardır, dışında bütün yeryüzü gönlümün
Ey, kafesinden uçup gitmiş olanlar, gösterin bize yüzünüzü! Ey gemisi sulara gömülenler, balık gibi bir an görünün bize! Yoksa günlerin havanında inci gibi dövülüp toz mu oldunuz? Ama ne çıkar, o toz günlerin sürmesidir, sürmelenin siz de! Ey doğanlar, ölüm gelip çatınca korkmayın sakın! Ölüm ikinci doğumdur âşıklar için; doğun, doğun!
Ah bir görebilseydim kendimi! Beyazı verir renklerin bileşimi Ama benim ruhum sükûn nedir bilmiyor Yine de içim çok rahat Sınırsız denizinde ruhumun Denizler boğuldu çünkü.
297 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.