Atiye

Reklam
“Çocukken saatlerin dakikalar gibi geçmesini sağlayan ne yaptınız? İşte dünyevi uğraşlarınızın anahtarı burada yatıyor.”

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Bize hep başarı hikayeleri dinleyip ilham alabilmek öğretilmiş. Bu hikayelerin hemen hepsinde kahraman istediğine ulaşır ve mutlu son. Sonra yeni istekler, hedefler vs. Örnek, tedx konuşmaları. Peki bu istisna ve yüzeysel kısım olabilir mi? Hangi başarı olursa olsun, sadece size bağlı olmayıp şansın da biraz sizden yana olması gerek. Sınavı geçmek mi? Sınav yerine giderken, önündeki araçlardan birinin kaza yapmayıp trafiği kitlememesi ve sizin o sınava yetişmeniz de bir şans. Ve elinizde olmayan, yaratamadığınız bir şans.. Peki bu durumda, elde ettiklerimizi ne kadar sahiplenebiliriz? Ya da elde edemediklerimiz, ne kadar bizim olmayabilir? Ne kadarına "benim, ben yaptım" diyebiliriz? Ya da büyük kısmını gerçekten siz başardınız diyelim, peki ya size ait olan büyük kısmı, payı çok daha az olan şans sağladıysa? Yine aynı örnek, kazanabilecek kadar çok çalıştığınız o sınav; o kaza olup o trafik kitlenip yetişemediyseniz.. Başarısızlık öyküleri dinliyorum. Dibe vurmuşları.. Dipten geri çıkabilenleri değil. O dibin içerisinde kendisine bi yaşam kurarak hayatlarını devam ettirenleri.. Yenilginin garip bi sakinliği var. Kazanmak ise tanrı gibi hissettiren bir mutluluk ile aslında bir fani oluşunla çabalamanın getirdiği ve bir tanrı olamayacağını yüzüne çarpan yorgunluğun bileşimi. Uğraşıp başardıklarımı düşünüyorum.. Hadi diyelim düşülen o boşluk, hemen yeni bir hedef koymadığımdan olsun. Peki, neden başardıktan sonra gelen o iç sıkıntısı? Huzursuz eden ne beni? Ve aklıma düşer: "Dünyada belanın başarı ile satın alınan bir illet olduğunu elbet bildim."
Hemen her akşam, gece; mumlar, tütsüler, dualara benzeyen şiirler, youtu.be/hLB8BkX9rRI?si=..., yağları ve kokuları birleştirerek yaptığım kremler, nelerin neye iyi geldiğini öğrenip katıp karıştırıp bir tat oluşturarak yaptığım çorbalar... Ocağın başında bir an durdum ve bakıp güldüm halime. İksirler hazırlayan şifacı bir teyzeye benzettim kendimi. Sonra anladım ki; ruhum hasta veya yorgun. Ben ise bunları hep neyi olduğunu anlamaya çalışmaktan yapıyorum. Peki ne anlıyorum? Ona anne şefkati vermeye çalışan bir et yığınından yok mu ötesi? Tek bildiğim sadece yorgun, aramaktan, neyi aradığını bilmeden. O bir sahne olsaydı, sanırım bu olurdu: youtu.be/p6F3wSctlvA?si=...
Reklam
"Dünyaya adım atan ilk insan sen değilsin. Yeryüzü sana dar geliyor, sığamıyorsun ama balığın karnındaki değilsin. Göğün sanki küçücük, hep karanlık ama o derin kuyunun dibindeki de değilsin. Sızlayan yaraların var ama dünyaya babasını kaybetmiş olarak gözünü açan o küçük değilsin. Zaman senden çok önce akmaya başladı. Dünya senden önce de dünyaydı. Milyarlarca insanın derdi, kederi, gözyaşları, acısı senden önce sindi bu dünyanın dağına taşına. Devrilmemek için duvarlara tutunuyorsun ya, geçmişten kalma milyarlarca insanın parmak izi dokunuyor parmaklarına. Yalnız değiliz. Senin daha başında olduğun yolda, benim ayak izlerim var. Elindeki gülün dikeninin başka elleri kanatmışlığı var. Kalbine hiç geçmeyecek gibi yerleşen sızının, birçok kalpte iyileşmişliği var.." İzdiham - Sayı 54 (Ocak-Şubat 2024)
Üzgünken mutlu, mutluyken daha mutlu hissettirebilecek film önerilerinize talibim :')
En zor, en umutsuz zamanlarda da olsa insan; bir şekilde bir yerlerde kolaylık olduğuna iman ettim. Belki biraz fark etmeye çalışmak yetiyor. Bahsetmek istediğim "bağnazca edilen her hale şükür" değil. Ama sürekli ve sadece edilen şikayetler, insanın ruhunu lekeliyor. Zoru daha da zorlaştırıyor. Bazen konuşmak rahatlatır insanı ama
"Örneğin Atla Gel Şaban (1984) filminde 'Niyazi' adında birini oynadığı halde, film 'Şaban' olarak pazarlandı, kimse de bunu garipsemedi."
Çocukken yaptığımız kimi şeyler, büyüyünce sorunlarla baş etmeye çalışırken yapılabilecek küçük hediyeler gibi verilmiş bize. Hırs, vücuduma enjekte edilmiş yetişkinlerden. Bunu üzerimden atabilmek için basketbolu kullanmışım farkında olmadan. Üzerimdeki hırsı, hemen her harekete "steps" diyen daha da çok arttırmış, bedenim yoruldukça dökülmüş hepsi üzerimden. Kapana kısıldığım anlar olmuş. Mevsim yazsa, yokuşunu nefes nefese çıktığım o parkta, yüzüme çarpan rüzgarı hissederek özgürmüşcesine inmişim elimdeki bisikleti sürerek. Hatırladığım kadarıyla eminim; tokalarım, taclarım bile bisikletimin tekerleklerine taktığım yıldızlar kadar süslü değildi. Unutmuşum bir bisiklete sığdırabildiğim özgürlüğümü süslemeyi. Yazdıkça hatırladıklarım bi kenara, büyüdüm ve başka şeyler buldum.  Bulduklarım farklıydı ama sebep hep aynı: sorunlarla başa çıkma. Yine bir Didem Madak şiirinde fark ettim: "Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca Balkona yorgun çamaşırlar asmayı Ki uçlarından çile damlardı. Güneşte nane kurutmayı Ben acılarımın başını evcimen telaşlarla okşadım bayım." Gün geçtikçe evcimen ama şair olmayan bir Didem Madak'a mı dönüşüyorum yoksa. Neredesin Maviş anne, dünyanın bütün sabahları için alacağın bilet üç oldu.. N'olur benimki de umutsuz bir yer olmasın..
Reklam
Yazmak ve yaymak arasında fark var. Mesela insan kendi zihnine kapanıp, biriktirip öğreniyor. Ve sonra sabredemeyip, bir kapısını çalana bunu boca eder gibi döküp saçıyor. Ve bu boca edilen, bu yarım yamalak anladığı haliyle dünyada şöhret tutturuyor. Asıl sıkıntı bir yükü bitmesi gereken yere kadar taşıyamamak, taşıması gereken kişiye devredememek. Yazmakta da bu tip bir sıkıntı var. Yani bazen okur, o kitabın başına bela olabilir. Okuduğu şeylerin başına dert olabilir. Onları öyle yanlış yerlere taşıyabilir, götürebilir ki; sonrasında bunu tekrardan toplamak pek de mümkün olmayabilir.
Şule Gürbüz
Şule Gürbüz
Kolunuzu kapıya çarparsınız ama ağladığınız kolun acısı değildir. Zihnim "geçti" dediğim her anın gecesinde bir duvara çarpıyor. Ağladığım şey ise nefes nefese, korkarak, sırılsıklam uyandığım kâbuslar değil. Rastgele bir mezarın başında, yanına kıvrılıp uyumak istiyorum. Sanki o an ihtiyacım olan şefkat mezarlıklardaymış gibi. Ben eminim bugünleri de atlatırım. Ama bunları yaşama yoluna taşlar döşeyen her diriyi, fırtına geçip gittikten sonra affedebilir miyim? Belki, sığınabileceğim, mezarlıklar dışında başka bir şey bulmama vesile oldukları için. Ama döşenen taşları, hele ki o yolu güzel olsun diye döşenen renkli taşların kendi yollarına çıkacağını artık biliyorum.
484 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.